İnternet sitesindeki yazıları paylaşmamıza izin ve imkan veren değerli hocamız Prof. Mustafa Çetiner'e teşekkür ediyoruz.
İşten eve, evden işe İstanbul’un o çok
bildik trafiğinde gidip gelmek, beni herkes kadar mutsuz etmiyor. Çünkü arabada
geçirdiğim süre kendi başıma kaldığım, sevdiklerimden, sevmediklerimden,
gördüklerimden, görmeyi istediklerimden, istemediklerimden, “meli”lerden,
malı”lardan uzakta sadece bana ait bir zaman dilimi demek. Bu zaman diliminde
yanı başımda hep “müzik” oluyor. Müziğin sesi otomobilin dışında kalan
İstanbul’u örtüyor, beni kendi kendime bırakıyor, ulaşılmaz yapıyor, bir
anlamda koruyor.
Müziğin insanların neredeyse tümünde
yarattığı bu büyülü etkiden olsa gerek, tıp tarihinin hemen her döneminde
müzik, bir tedavi aracı olarak kabul edilmek istenmiştir.
Müzik Tıp ilişkisinin ilk kez Yunanlılar
zamanında başladığına inanılmaktadır. Müzik ile tedavinin doğrudan bir tedavi
yöntemi olduğuna inanılan o yıllarda hastalığında müziksel bir tanımı bile
vardı. “Hastalık, insanın iç armonisinin bozulmasıdır”. Pisagor’un
müzik ile hasta tedavi etmeye çalıştığı iyi bilinmektedir. O, belirli ses ve
melodileri sürekli yineleyerek hastalıkları tedavi etmeye çalışmaktaydı.
Müslüman dünyasında da müzik ile tedavi
yönteminden söz edilmiştir. İbn’i Sina psikoterapiyi şöyle tanımlamaktadır. “Psikoterapi,
hastaların vaaz ve müzik ile neşelendirilmelerine.... yöneliktir.” Evliya
Çelebi, ünlü seyahatnamesinde çengilerin, udilerin, kemanilerin hastanelerde
musiki faslı ettiklerini ve hastaların iyileşmelerine katkı sağlamaya
çalıştıklarını anlatmaktadır.
19. yüzyılda müzik tıbbın içine daha
ciddi bir biçimde girmeye başlamıştır. Scheneider, tıbbi müzik sistemleri
geliştirmeye çalışmıştır. Yaptığı çalışmalar sonucunda krampların, melankoli,
histeri ve kasılmaların müzik ile tedavi edilebileceğini öne sürmüştür.
Ünlü cerrah Billroth, ismi “Kim
Müzikaldir” olan bir kitap yazmıştır. Bu kitap müzik, tıp, anatomi ve
fizyoloji ilişkilerini konu almaktadır. Söz konusu kitapta beden ritimleri ile
müzik ritimleri arasında bir ilişki bile kurulmaya çalışılmıştır. Örneğin en
çok kullanılan müzik temposu ortalama nabız sayısı olan 78/dakikadır.
Benzer çabalar, 20. Yüzyılda
da sürmüştür. Nitekim A.B.D.’de 1950 yılında “Ulusal Müzik Tedavisi Birliği”
isimli bir dernek kurulmuştur. Bu grup hiçte küçümsemeyecek çalışmalar yapmış,
özellikle psikiyatri alanına müzik ile tedaviyi yerleştirmeye çalışmıştır.
Yukarıdaki müzik ve tıp ile ilgili
alıntıların tümü 1962 yılında yayımlanan “Doğu ve Batı’da Müzik Üzerine”
isimli bir makaleden alınmıştır. “Schweizer Archiv für
Neurologie, Neurochirurgie und Psychiatrie” isimli bilimsel bir
tıp dergisinde yayımlanan makalenin ilk satırları bir tıp adamından çok bir
sanat adamının satırlarına benzemektedir.
“Olympos’tun yüce tanrılarına göre
müzik ve tıbbın birbiriyle sıkı bağlantısı tartışılmaz bir gerçekti. Apollon’u
müzik ve tıp ile ilgilenmesi için atamışlardı. O da müzik ile yaşamın mutlak
uyumunu sağladı ve emanetini su perisi Koronis’ten olan oğlu Asklepion’a
vasiyet etti. ”
Makalenin devamı ise objektif bir tıp ve
bilim adamının satırlarıdır. Makalenin son cümleleri bunun tartışmasız
kanıtıdır. “ ... müzik tedavisi, yeni ve gelişme imkanı olabilen bir
“yardımcı psikoterapi yöntemi” olarak görülebilir. Bu güne kadar yapılanlara
bakıldığında, müzik tedavisinin yeni bir iyileştirme yöntemi olmadığı
anlaşılmaktadır. Yeni dönemdeki gelişmelerin, nesnellik çerçevesini aşmamasını
dileriz”
Yukarıda anılan makalenin yazarı bir
Türktü...
Büyük edebiyatçı Can Yücel’in “beynin Piri
Reis’i” dediği bir Türk...
Bu hekimin ismi Prof Dr Gazi
Yaşargil’dir.
Onun 1962 yılında yazdığı makalesinin
tercümesini okurken bir kez daha anladım. İyi hekim “sadece işini iyi bilen
hekim” demek değildi. İyi hekim “bunun çok daha ötesinde bir şeydi”...Daha
duyarlı, daha entellektüel, daha farkında, daha eleştirel ve daha çok yönlü
biri demekti...”
Kaynak:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder