Okurlarımızdan


2011 yılının Ekim ayının ortaları idi nedenini bile halen hatırlamadığım bir sebepten dolayı  4 yıldır çalıştığım iş yerimden ayrılma fikri sarmıştı kafamı.

Haberi alan arkadaşlarım ve müdürlerim sürekli Gitmemen için ne yapalım...Gitme..."diyordu.

Ama dedim ya bu fikir öyle bir yerleşmiştiki bedenime sanki ilahi bir güç buradan hemen çıkmam ve vakit kaybetmemem gerektiğini söylüyordu.

13 Kasım 2011, bu son mesai günüm...

Büyük bir sevinç ve bir okadar da hüzün ile görebildiğim herkes ile vedalaşıp çıktım,tekrar dönecektim diyordum ama buraya değil...

Uzun bir otobüs yolculuğunun ardından eve ulaşmıştım,herkesi bir sevinç kaplamıştı ki neredeyse 4 yıldır doğru düzgün izin kullanmıyordum.
Yaklaşık 1,5 hafta gibi bir sürede çok iyi bir iş bulmuş ve bu sevinçle aileme haber vermiştim.  Yaptığım görüşme ve mülakatlar sonrası evrak hazırlamamı istemişler elime koca bir liste uzatmışlardı...

"Akciğer Filmi" için gittiğim hastanede benim gibi bir çok insan iş başvurusunda kullanılan sıradan bir film için bekliyorlardı. İsmi okunan kişilere hemşire dosyalarını uzatıyor geçmiş olsun diyerek uğurluyordu. Sıra bana gelmişti ancak hemşire adımı seslendiğinde eli boştu,beni ayağa kalkar vaziyette görünce sizi doktor bey görmek istiyor dedi ?

"Radyoloji Uzmanı" doktorun ofisine girdiğimde doktor duvardaki ışıklı panoda bir filme bakıyor ve kendi kendine bir şeyler konuşuyordu.Beni fark edip döndüğünde "Buyrun doktor bey beni görmek istemişsiniz" dedim ve doktorun gözleri tabiri caizse fal taşı gibi açıldı.

"Evladım iyisin değil mi ?" diye sordu. Bende teşekkür ederek gayet iyi olduğumu söyledim. Ama onun yüzünde ki ifade öyle değildi.Ve beni soru yağmuruna tutmuştu...
"Son zamanlarda kilo kaybettin mi ?"
"Göğsünde yerli yersiz ağrılar oluyormu ?"
"Halsizlik,iştahsızlık,düzensiz uykular...?
"..." ve daha bir sürü...
Sorular bir anda uzayı verdi ama benim cevabım tekti "HAYIR"

Boyumu (183 cm) ve kilomu (80) sorup duyamadığım bir ses tonu ile bir şeyler söyledi.
Ve gözlerimin içine bakıp "bak evladım kesin bir şey söylemek ancak büyük bir "Tıp Fakültesinde" yapılacak tetkikler sonunda ortaya çıkacaktır; fiziken ve anlattıklarına bakılırsa gayet sağlıklı bir bireysin ama bunu söylemek zorundayım,akciğer filminde saptadığımız bir sürü leke var ve ne oldukları konusunda hiç bir fikrim yok. Ama şunu bil iyi değilsin hiç vakit kaybetmeden bir "Tıp Fakültesine" gitmen lazım diyerek filmdeki lekeleri bana gösterdi...

Sol Akciğerimde 4 adet 3,5 cm çapında,Sağ Akciğerimde 3 adet 2.5 cm çapında ve her iki Akciğer alanında yerli yersiz dağınık bir sürü belirgin leke...

...hastaneden nasıl çıktığımı ilk kimi aradığımı bilmiyorum ama son hatırladığım ağlar vaziyette iken karşımda ağabeyimi gördüğüm dü...

Bana ne olduğunu sorduğunda zar zor cevap verebildiğimi hatırlıyorum...İçeri girip doktorla uzun uzun konuşup gelmişti,bana sıkı sıkı sarılıp"hemen korkma daha ne olduğu belli olmayan bir şey"dedi...

Bir kaç gün kendi aramızda görüşüp bir karar aldık,evdekileri çok fazla telaşlandırmadan durumu bildirdik ve ilk otobüsle memlekete döndük...

...uyandığımda otobüs malatya terminaline girmişti...

"Malatya Özel Sevgi Hastanesi Göğüs Hastalıkları" bölümünde muayene olduktan sonra bir sürü test ve film aldılar.Sonuç için doktor ofisine girdiğimizde doktor bey sonuçları inceliyordu.
Oda beni soru yağmuruna tuttuktan sonra şöyle dedi:
"Hayır yolunda gitmeyen bir şey var..."
Bir süre düşündükten sonra bana "yakın zamanda yumurtalıklarında ağrı,şişme yada sancılanma gibi durumlar oldumu" diye sordu.

Bende "ergenlik çağımdan beri sağ yumurtalığımın daha büyük olduğunu zaman zaman ağrıdığını ama bunu pek önemsemediğimi" söyledim.
Hemen beni ultrason bölümüne gönderdiler...

..."sağ yumurtalığında büyük bir kitle var ve sanırım akciğerinde ki lekeler bundan kaynaklanıyor..." dedi.
Ama başka açıklama yapmadı ve beni hemen "İnönü Üniversitesi Üroloji ve Medikal Onkoloji" bölümlerine sevk etti.
Tek söylediği şuydu:bak Zafer bu ağır ve uzun bir tedavi,her şeyden önce sabırlı olmalısın ve yılmamalısın... dedi.
Tabi ki hiç bir şey anlamadım sadece içimden sanırım uzun süre hastanede kalacağım yada gelip gideceğim dedim.Yada bir sürü ilaç iğne diye geçirdim içimden...

...Üniversitenin Üroloji Uzmanı muayene ettikten sonra dönüp bana:sen bununla vücudunda ergenlik çağından beri mi yaşıyorsun ? dedi
"Sana inanamıyorum Zafer nasıl bir canın var nasıl dayandın buna" dedi.Ama ben hiç bir zaman bir sorun yaratmadığını hatırlayamadığım zaman aralıklarında ara sıra ağrı olduğunu bunu pek ciddiye almadığımı söyledim.Gerçekten de öyle idi hiç bir zaman bir sorun yaratmamıştı...ve ben yaklaşık 15 yıl böyle yaşamıştım...

...tüm filmler okunup raporlanmış ve tahliller çıkmıştı.Doktor sonuçlara bakıp bana döndü ve
"Yetişkin bir bireysin Zafer" dedi,"bunu anlayabileceğini umuyorum."Çok üzgünüm;

"...kansersin" dedi;

...bir an ne diyeceğimi yada ne demem gerektiğini bilemedim...

Duydukları karşısında panikleyen Babamın durumunu gören Doktor Babamı sakinleştirip uzun uzun hastalığımı anlattı ve Babama tedavisi olduğunu ama tedavi süresinin uzun olduğunu sağ yumurtalığımın tamamen alınması gerektiğini ve bunun çok acil olacağını söyledi...

...Ameliyat tarihim iki gün sonrasına alınmıştı bile.Babam dışarı çıktığımızda bir an gözlerimin içine bakıp şöyle dedi:"Korkma oğlum sonunda hayatımı vermekte olsa seni kurtarırım...Ama bunu şimdilik kimse bilmeyecek öncelikli olarak Annen..."dedi.

...sedye üzerinde boylu boyunca yatıyor,ameliyathaneye gidecek asansörün gelmesini bekliyordum.Annem ve Babam elimden tutmuş beni teselli etmeye çalışıyorlardı.Öyle korkuyordum ki bildiğim duaları ardı ardına okumaya başladım.

15 gün sonra Patoloji Raporum gelmişti ve yeniden hastanedeydik.Doktor bizi "Medikal Onkoloji" bölümüne gönderdi.Oradada uzun süren konuşmalar ardından korkmamam gerektiği "Testis Kanseri"nin tedaviye yanıt veren bir tür olduğunu söyledi. Hastalığım 3. evresine ulaşmış "Miks Germ Hücreli Tümör" diye adlandırılıyordu.

...bir hafta sonrasıydı.Onkoloji Servisine yatmış ilk Kür için bekliyordum.Hemşire odaya elinde üstleri kapalı bir sürü Serum Şişesi ile geldi.Damar yolum açılarak Yıkama diye adlandırılan Kür verilmeye başlandı.Önce hiç bir şey hissetmedim ama diğer Serum Şişeleri de sırayla bağlandıkça kendimi kötü hissetmeye başlıyordum... 1. gün, 2. gün... ve 5 günün ardından ilk Kür bitmiş ben ise bertaraf olmuş vaziyette ayakta durmaya çalışıyordum.Hangi ara arabaya bindim eve nasıl geldim hatırlayamıyordum...

(Canım Ailem;onlar hala Akciğerlerimde Kist var sanıyorlardı:Çünki Babam öyle söylemişti)

...her Kürün ardından 15 gün sonra tekrar geliyor sadece 30 dk lık bir ilaç alıp tekrar dönüyorduk.Ama o 5 gün süren gerçek Kür öyle geçiyordu ki sanki yıllarca hastanede kalıyordum....
...duvardaki saate bakıp saniyeleri sayar olmuştum ve bu gittikçe daha kötü oluyordu,gözlerimi açamaz oluyor ne yemek ne içmek istiyordum.Bazen kendimden geçiyor nerede olduğumu kestirmeye çalışıyordum.Tek istediğim şey vardı Serum daki ilaç bitsin ve biraz olsun rahatlamaktı.Zaman zaman kabuslar ile uyanıyor yerli yersiz halisülasyonlar görüyordum.Hem Allahım beni kurtar diye yalvarıyor hemde Rabbim al canımı diyordum.Ne dayanılacak bir durumdu ne de bitecek gibi görünüyordu.Artık Hastahane bana işkence yapılan bir yer gibi geliyor eve gittikçe huzur buluyordum.İçimden kaçmak geliyor ama o gücü kendimde bulamıyordum.Her geçen gün daha da kötüleşen bir hal almaya başlayan tedavimin üstünden yaklaşık 3 ay geçmişti.Ama dönüp geriye baktığımda sanki 3 yıldır bu haldeydim.Saçlarım dökülmüş,ten rengim değişmiş,gözlerim solmuş ve sanki bedenimdeki tüm kan çekilmiş gibiydi.Aynaya bakıp karşımdaki silüetin ben olup olmadığını düşünüyordum.Bu işkencenin ne zaman biteceğini kestirmeye çalışıyor bir yandanda halen kimsenin bilmediği Kanser olduğum gerçeğini sadece Babamla paylaşabiliyordum...

...dördüncü Kür bitmiş ve ilk kontrol filmim okunmuştu.Lekeler neredeyse %50 oranında küçülmüş gerçektende hastalığım tedaviye yanıt vermişti.Sevince boğulan ailem ne yapacaklarını şaşırmış herkesi telefon yağmuruna tutmuşlardı.Bense sevinme ve üzülme arasında gidip geliyordum.Seviniyordum çünki iyileşiyordum,üzülüyordum çünki tedavim hala bitmemiş bir üst Küre geçeceğim söylenmişti.Bir üst kürün ne olduğunu artık biliyor ve o yüzden korkuyordum bunun için de üzülüyordum.İnternetin altını üstüne getirmiş hastalığım ve tedavisi ile ilgili her şeyi artık ezberden biliyordum.Zaten tüm korkumda bu yüzdendi.Çünki insanın Boy ve Kilosu ile Vücut yüzeyi hesaplanıyor Kemoterapi Dozu ile çarpılıyor,bir sonraki Kür de ilaç dozu dahada artırılıyordu...

...aldığım 7. Kürün ardından yaklaşık 40 gün geçmiş biraz da olsa kendime gelmiştim.İkinci kontrol filmi için hastanedeydim ve sonuçlar okunuyordu.
"Doktor" ekrana bakıp "Hastalık Stabil,Gözle Görülür Bir Değişiklik Yok" dedi... ve ben yıkıldım...Doktor beni sakinleştirmeye çalışıp,hastalığın uyku dönemi diye tabir edilen döneme girmesinin bile başarı olduğunu söyleyerek beni teselli etmeye çalışıyordu,bense başarı bunun neresinde neler çektiğimi bir Ben bir de Allah bilir diyerek ağlamaya devam ediyordum.

Evde herkes müjdeli haberi beklerken akşam saatlerinde eve ulaştık.Artık saklanacak bir durumdan çıkmıştı olay.Babam sakin ve bir o kadar da kararlı ses tonu ile yavaş yavaş gerçeği anlatmaya başladı.Annem paniklesede Babam onu sakinleştirerek bu durumu kabul etmemiz gerektiğini ve yılmak yerine savaşmamız gerektiğini söylüyordu.Nihayetinde herkes ama herkes öğrenmişti kanser olduğumu.Ama şunu dile getirmişlerdi "biz de cevap bulamıyorduk saçlarının neden döküldüğüne neden o kadar acı çektiğine" diyerek kötü bir durumu bana yakıştıramadıkları için anlamadıklarını söylemişlerdi.Zavallı Babacığım acısını içine gömerek oyununu iyi oynamıştı...

Herkes tarafından ortak karar alınmış tedavim başka bir hastanede devam edecekti çünki artık yanıt alamaz olmuştuk...Dosyalarımı toparlayıp kılı kırk yararcasına araştırıp sorarak "Kayseri Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi"ne gitme kararı aldık...Orada da bir sürü ayrıntı ile dosyalar incelenip karar alındıktan sonra,bir sonraki adıma geçileceği söylendi.Yaptıkları açıklamada aslında bir önce aldığım Kürü hiç bir hastalarına uygulamadıklarını,o Kürün normal de zaten yanıt vermediğini söylediklerinde bir kere daha yıkılmıştım.Bir anda ızdırap dolu son 3 ay geldi gözlerimin önüne...Resmen denek gibi kullanılmıştım hemde pervasızca....
Asıl korkum burada başlamıştı çünkü Kür 3. seviyeye ulaşmıştı ve doz yaklaşık 6 katına çıkartılmıştı.İçimden "sanırım bu defa seni ancak Yoğun Bakım Ünitesi kurtarır" diyordum ...Telefonun ucunda Ablam vardı beni susturmaya herşeyin yolunda gideceğine inandığını bana anlatmaya çalışıyordu ama nafile,durum ortadaydı ve kaçış yoktu o Kürü alacaktım...

...hemşireler yüzümdeki tedirgin ifadeyi anlamış olacaklar ki neden korktuğumu sordular.Bende onlara çektiklerimi teker teker anlattığımda bana "biz bu kürü senden daha genç hastalara uyguluyoruz ve hala bir sorunla karşılaşmadık"dediler.Biraz güven biraz tedirginlik ile kürü almaya başlamıştım.Ben sanıyordumki bir kaç dakikaya kalmaz kendimden geçerim...yine gözlerimi Acil Serviste açarım derken; 1. gün, 2. gün... ve birde baktım taburcu kağıtları benim elimde imza için sıra bekliyorum.Allahım bu bir mucize,aldığım onca yüksek doza rağmen hala dinç bir vaziyetteydim...Anlamıştımki gerçektende iyi bir merkezde tedavi görüyorum.Kemoterapinin bariz hiç bir yan etkisine girmeden rahatça evime dönmüştüm.Hatta içimden "böyle Kür uygulayacaklar ise bunu ne bir nede iki,defalarca almaya razıyım" diyordum.Herkes o dinç halimi görünce mutluluğa boğulmuştu...

Yeni merkezde neredeyse ilk ay bitmiş 2. kür için gelmiştim.Ama Babam hiç iyi değildi.Sürekli boyun bölgesindeki ağrının arttığını söylüyordu.Zaten bir yılı aşkın zamandır Boyun Fıtığı ile savaşıyordu.Kürün bitmesine dayanamayıp evden Annem gelince kendisi eve döndü.Bu Kür de bitmiş nihayet eve dönmüştük...Aile ikiye bölünmüş bir yerde ben bir yerde Babam koşturup duruyorlardı.Babam çevre Hastahanelere Ambulans ile götürülüyor ama kimse bir şey bulamıyordu..."benimse bir sonraki Kür tarihim gelmişti...

Sonunda Babamıda benim tedavi gördüğüm Üniversite Hastanesine getirmişlerdi.Ben Onkoloji Servisinde o kontrol ve tetkiklerle uğraşıyordu...
Aynı gün Doktorlarım Sabah Vizitesinde o sevindirici haberi verdiler.Kür yarıda bırakılacak ve "Kök Hücre Nakli" için planlanan tedaviye geçilip kendi "Kök Hücre"lerim toplanacaktı...Sevincim sadece bir kaç saat sürdü....telefonun diğer ucunda Ağabeyim vardı ve Babamın sonuçlarını açıklamak için aramıştı...

...kardeş "Omur İlik Kanseri Teşhisi Koydular... dedi.

Hani dibe vurmak diye bir deyim vardırya onu bizzat yaşamıştım.Neredeyse bir yıldır savaştığım düşman Babama da saldırmış üstelik "Son Evre"sine ılaşmıştı.Doktorlar "yapacak bir şey kalmamış;tüm omuriliğini,böbrek üstü bezlerini,karaciğerini ve beynini sarmış" dediler...
Babamın bir yanının felç olması,konuşma yeteneğini kısmen kaybetmesi sadece bir hafta sürdü.Sırf "bir şey yapamadık diye vicdan azabı çekmeyin" diyen doktorlar Babamı iki kere "Radyoterapi" tedavisine aldılar.Ama sonuç daha da kötü olmuştu.Yapacak bir şey kalmamış ve Babam eve götürülmüştü...Ben neredeyse 3 hafta hastanede kalmıştım.Bu arada babam günden güne daha da kötü oluyordu.Son hafta aradığımda bilincini kaybettiğini ve komada yattığını söylediler...Sadece elimizden bir tek şey geliyordu "Dua Etmek".

Eve dönmüştüm ve odaya girdiğimde onu yatakta cansız yatar gibi görünce sanki ölüp dirildim.O kocaman dev gibi babacığım kıpırdamadan iki büklüm olmuş nefes alışı bile hissedilmiyordu...Diz çöküp ellerine kapandım ve hıçkırıklara boğuldum...Beni odadan zor çıkardılar...Her şey bitmişti ve elimizden bir şey gelmiyordu.Rabbime Dua ediyordum ki ona daha fazla acı çektirme,onu cennetine al diye.Belki ölüm istenmeyecek bir dua idi ama böyle bir durumda yapacak başka bir şeyde kalmıyordu...
Ertesi gece Babam vefaat etti...

...Ablam boynuma sarılmış "O cennete gitti kardeş,O şehit oldu;Çünki Rabbim dermansız dertlerden vefaat edenlere bu mertebeyi verirmiş" diye beni teselli etmeye çalışıyor;benimse kulaklarımda Babamın "seni tedavi ettirmek için canımı bile veririm" sözü yankılanıyordu...

...ve bu gün;
Onu çok özlüyorum,ve Babam her aklıma geldiğinde ağlıyorum.
Ağlamak Babamı geri getirmeyecek ama elimde değil;
Ve bir söz verdim kendime;Babamı elimden aldın ama Beni asla alamayacaksın.
Çünki Babam da bir söz vermişti;"Seni Tedevi Ettirmek İçin..."

"Rabbim Babama Cennet Köşelerinden Bir Köşe,Tuğba Dallarının Gölgesinde Bir Yer ve Efendimizin Yoldaşlarından Yoldaşlar ver..."

18.02.2013...
İşte bu gün;
İlk Kök Hücre Toplama işlemi başarı ile gerçekleşti...
Ve aynen devam...
Yakın zaman içerisinde de Nakil İşlemi olacak...
Umarım başarı sağlanır...












         

              Tutacak bir el…

Sağ olsunlar bazı arkadaşlarım hastalığıma karşı çok metanetli ve cesur durduğumu söyleyip beni dahada yüreklendiriyorlar. Ama bu hastalığın başlangıcında bu kadar cesur ve metanetli değildim!

Çok iyi hatırlıyorum öğlen saatleriydi… Pataloji laborutarına geldiğimde bankonun arakasındaki adama üzerinde kayıt numaram ve adımın bulunduğu fişi uzatırken ellerim titriyordu. Ellerimi kontrol edemediğimi anımsıyorum. Raporu alıp koşarak hızlı adımlarla 3 kata çıkmaya başladım bir yandanda çok anlayacakmış gibi elimdeki raporu okumaya çalışıyordum. Şükür kanser olduğum yazmıyordu! Anladığım kadarıyla başka bir şey vardı adenokarsinom diye.  Daha sonraları bunun salgı bezi özelliği taşıyan bir tümör olduğunu öğrendim. Raporumu sevgili doktorlarımdan Levent’e uzattığımda yüzünün şeklinden yanıldığımı anlamıştım. Beklenen açıklama geldi kanserdim.

O asistan odasında defalarca bulunmuştum çeşitli sebeblerden dolayı ama oradaki eşyalar hiç çevremde dönmemişti o duvardaki boya midemi bulandırmamıştı. Yine de sakin olmaya çalıştım ama rengimin değiştiğini yüzümün düştüğünü anlayabiliyordum. Levent bana tedaviyi ne şekilde yapmamız nasıl bir program çizmemiz hakkında bilgi verirken sanki orada değildim. Aklımda hep bir hastane odasında öleceğim vardı. Konuşmamız bittiğinde ben 3.evre kolon kanseri olduğum dışında hiçbir şey bilmiyordum sadece orada takılıp kalmıştım. Odadan çıkıp bir süre tuvalette kendime gelmeye çalıştım sonrada hastahanenin bahçesine beni bekleyen ablamın ve sevgilimin yanına gittim. Bir bankta oturmuşlar beni bekliyorlardı. Hiç uzatmadım sözü pat diye söyledim kanserim diye. Zaten ne uzatılacak bir şey nede benim bunu uzatacak halim vardı.

Üzüntü çaresizlik ne yapacağını bilememe ve sevdiklerine karşı güçlü görünme çabalarıyla geçen bir kaç günden sonra Cerrahpaşa radyosyon onkolojiye gittik. Tedavimin planlamasını yapmak için bekleme odasında yine yalnız oturuyordum. Çok ama çok kötü bir ruh halindeydim. Hiç inkar etmemiştim hastalığımı kabullenmiştim ama çok üzülüyordum. Çok gençtim bu illette bulaşmak için.

Ve mucize orada gerçekleşti, bir melek geldi yanıma. Kafasında hiç saçı yoktu. Küçüçük yüzünü bir maskeyle kapatmışlardı ama o kocaman kahverengi gözleri ışıl ışıldı. Benim meleğim, 8 yaşında SELEN’im lösemiydi. Bir seneyi aşkın bir süredir tedavi oluyordu Cerrahpaşada. “Sen de hasta mısın?” diye sorduğunda sadece başımı sallayabildim. Bana “hiç korkma buradaki hemşire ablalar çok iyi, hiç acıtmıyorlar iğne yaparken, bazen biraz acısada o kadarda olacak iyileşmemiz için bu lazım” dedi. O sırada numaratörde benim numaram belirdi ve içeri girmek zorunda olduğumu söyledim.

Giderken göz göze geldik “istersen dedi ilaç verilirken korkarsan canın yanarsa ben gelip senin elini tutarım”. Ne diyeceğimi bilemedim arkamı döndüm ve içeriye girdim. Ama daha bir dik yürür olmuştum o minicik melek bana cesareti dik durmayı göstermişti. Bir çok şeyi onun sayesinde atlattım. Canım bebeğim, meleğim SELEN’im çok teşekkür ederim sana!  Bana verdiğin cesaretten savaşma hırsından dolayı. Seni çok ama çok seviyorum. Ve bu illeti atlatmış olmana inan kendim atlatmış kadar seviniyorum.

Iyiki varsın iyiki o gün orada karşıma çıktın!

Dün gece ağrılarımın dayanılmaz olduğu saatlerde sağ elimle sol elimi tuttum ve gözlerimi kapayıp senin ellerimi tuttuğunu düşündüm her ağrım arttığında her çaresiz kaldığımda yaptığım gibi…

İnanıyorumki hasta olalım ya da olmayalım hepimizin tutacak bir eli vardır.  Ne zaman çaresiz hissetsek ne zaman acımız olsa o an yanımızda olmasalar bile gözlerimizi kapatıp onların ellerini tuttuğumuzu düşünelim. Göreceksiniz ki dertlerimiz bir nebzede olsa azalacak yüreğimizde bir umut doğacak.

Hakan Reisoğlu

 


Bloğun en sevdiğim kısmı bu sizden gelenler, sizin duygularınız ve sözleriniz... generalimiz sevgili Hakan Reisoğlundan umuda dair bir yazı.


SEVGİLİ KANSERİME MEKTUP
Seninle yaşamayı öğrendim be kanser! Günlerce haftalarca hatta yıllarca kavga ettik seninle. Sen bir çok kez üstünlüğü ele geçirdiğini sandın ama bende her seferinde bir taktik vardı sana karsı uygulayacağım. Bunları zaman zaman kendim geliştirdim çoğu zamanda seninle kavgalarında galip gelmiş dostlarımdan yakınlarımdan öğrendim.

İlk öğrendiğim şeylerden biri sana boyun eğmemekti ne olursa olsun ne kadar belden aşağıda vursan da senin karşında eğilmeyecektim. Kimi zaman kanamalarla kimi zaman çok ağır ağrılarla saldırdın evet bazen kısmi başarıların oldu ama bu başarıların karşısında dik durmam öğretilmişti bana.  Şimdilerdeyse yeni taktiğim seni dışlamak seni görmemezlikten gelmek değil bilakis seni daha iyi tanımak zayıflıklarını bilmek ve en önemlisi seninle aynı bedende yaşamayı öğrenmek. Evet madem sen benim vücudumdan ayrılmak istemiyorsun bende bu vücudu sana teslim etmek istemiyorum! O zaman yapacağımız tek bir şey var, beraber yaşamayı öğrenmek.

Ama bu sana teslim olduğum mesajını vermesin ve ya vazgeçtiğimi… Sadece taktiğimi değiştiriyorum sana karşı. Yine senin sevmediğin şeyleri yapacağım: mesela uykuma dikkat edeceğim yemem gerekenleri yiyeceğim yememem gerekenlerden uzak duracağım ve ya seni yaraladığını bildiğim bol oksijenli ortamlarda olmaya devam edeceğim spor yapacağım.

Ve tabi ki biliyorum sende boş durmayacaksın. Şu an yaptığın gibi gittikçe ağırlaşan ağrılarınla sinirimi bozup başka organlarıma yerleşme çabasında olacaksın. Bu arada sana kötü bir haber yerleşeceğin çok organım kalmadı. Elinden geleni ardına koyma ama bilki ben nasıl seninle yaşamayı öğrendim sende öğreneceksin. Belki bugün belki yarın ne zaman bilmiyorum ama öğreneceksin.

Satırlarıma son verirken sevgili kanserim ben yeni bir kavgaya her zaman hazırım ‘ne zaman istersen buyur gel başımın üstünde yerin var’ diyemeyeceğim ama senden de yılmayacağım ve kaçmayacağım.

Hakan Reisoğlu



·         Filiz Hanımın hayata bakışını, duruşunu hepimiz örnek alıyoruz, yazısındaki gibi 'LÜTFEN TÜM VARLIĞINIZI MUTLULUĞU ARAMAYA HARCAYIN'

    
Sevgili kanserle dans ailesi benim kanserle tanışmam 2001 yılına rastlar o zamanlar iki çocukla eşimle hayatımızı oturtma çabasında kendimizi işe güce bir kaptırmışızki sormayın gitsin ev alalım yetmedi araba alalım oda yetmedi daha güzel bir ev alalım derken eşimin bir grip sonrası gittiği doktordan maalesef lösemi (AML) olduğunu öğrendik ilk şoku bu şekilde yaşadık.iki yıllık bir savaşın sonunda çocuklarım babalarını ben eşimi 2003 mayısta kaybettik. büyük oğlum UMUT 12 küçük oğlum BURAK 10 yaşındaydı. yapacak bişey yoktu hayat devam ediyordu çocuklarım için yaşamam gerekiyordu öylede yaptık hayatımıza bir eksikle devam ettik.çocuklar büyüdü umut ege üniversitesi gıda mühendisliğini kazandı gitti ama bölümünü degiştirip tıp okumak istediği için sınava yeniden hazırlanmaya başladı aynı yıl iki oğlumda üniversite sınavına hazırlandılar beraber girdikleri sınavda ikiside çok güzel puanlar aldılar aradan bir hafta geçmeden UMUT'u yüksek ateş ve eklem ağrısıyla hastahaneye götürdük (inanın şu anda hatırlayınca bile içim titriyor)lösemi(ALL) dediler.Dünya bir kez daha başıma yıkıldı. biz hasta yakınlarının acımızı yaşama lüksü yok çok çabuk toparlanmamız gerekiyor.öylede oldu toparlandım! 9 ay süren kemoterapilerden sonra sevindirici haberi aldık doktorlarımızdan UMUT'um iyleşti üçüncü kür kemoterapi arasında ,kemoterapinin yan etkileriyle , miğde bulantılarıyla birlikte özel bir sınıfta üniversite ikinci basamak sınavına girdi UMUT elektrik elektronik mühendisliğini BURAK tıp fakültesini kazandı. 8 ay sonra VAN'da yaşadığımız deprem sonrası yerimizi yurdumuzu bir süreliğine terk etmek zorunda kaldık. UMUT tekrar rahatsızlandı ve hastalığın nüks ettiği ve artık ilik naklinden başka çaresi olmadığı söylendi tüm akraba kanlarına bakıldı benden başka uyumlu kimse yoktu ama benimde yarı uyumluydu yani ilik nakli yapılsa bile çok riskli olur dendi.Bundan 15 gün önce benden alınan kök hücreler oğluma nakledildi. dünden beri oğlumun hücreleri yükselişe geçti Allahın izni sizler gibi iyi insanların duaları can dostlarımızın desteğiyle bu günlere geldik. Çok acı çektik ama sanırım bu acılar bizi biz yaptı hayata bakış açımızı değiştirdi sabırlı olmayı şükretmeyi öğretti .Biz ümidimizi hiç kaybetmedik kaybetmeyeceğiz bu dünyada yiyecek ekmeğimiz içecek suyumuz varsa Rabbim ne demişse o olacak lafı çok uzatarak sizi sıktıysam özür dilerim tüm hastalara şifa yakınlarına sabır diliyorum.LÜTFEN TÜM VARLIĞINIZI MUTLULUĞU ARAMAYA HARCAYIN

Filiz Elci Taşdemir
Bu yazıyı bizimle paylaşan yüreği güzel hemşiremiz sevgili kardeşini kaybettikten sonra kendi isteğiyle çalıştığı hastanenin onkoloji servisine transfer oldu ve hastalara destek ve sevgi vermeye devam ediyor.

Ramazan ayının ilk günleriydi. Bir gün sabah uyandığında vücudunda mavi-morumsu lekeler olduğunu fark etti. Anlamadı ne olduğunu. Annesine gösterdi. Annesi güneş ışığından dolayı olduğunu düşündü ama yine de içi rahat etmedi. O gün oğlunu hemen bir cildiye uzmanına götürdü. Cildiye uzmanı görür görmez şüphelenmişti ama yine de emin olmak istedi. Başka bir doktora yönlendirdi. Tam kan sayımı yapıldı ve tanı konuldu: AKUT LENFOSİTİK LÖSEMİ (ALL).
Doktor “Akut lösemiler çok hızlı ilerler. Hemen tedaviye başlanması gerek” dedi. Annesi, babası, ablası ve diğer yakınları hiçbiri 15 yaşındaki çocuğa konduramadı lösemiyi. Hemşire olan ablası hastanede bu yaşlardaki çocukların tedavilerini yaparken onlara kendi kardeşi gibi yaklaşır,çok iyi bakardı ama bu sefer o hastalardan birinin yerine kendi kardeşini koyamadı,konduramadı,yakıştıramadı belki de…Tedavi başladı ama çocuğun hala haberi yoktu olanlardan. "Neden hala buradayız? Eve gidelim" diyip duruyordu. Doktorlar ve ailesi hastalığını anlattılar. Nasıl savaşması gerektiğini söylediler. Gülümsedi çocuk. "Anne ağlama ne olur,sen yeter ki ağlama,ne yapar eder yenerim" dedi. Ablası bir an ayrılmadı yanından. Bir de abisi vardı üniversitede okuyan. Sınavları vardı. Bayramda gelecekti. Abisiyle telefonda konuşurken hiçbir şey söylemedi hastalığıyla ilgili. "Anne abime söylemeyelim. Sınavları var,duyarsa bırakıp gelir,üzülmesin. Hem gerek de yok zaten ben nasıl olsa yenecem bu hastalığı" dedi. Peki dedi annesi. O kadar mutlu ve güçlü görünüyordu ki. Annesi ve ablası devamlı hastanedelerdi. Babasını sordu: "Neden babam yanımda durmuyor, konuşmuyor? Her sabah gelip alnımdan öpüyor gidiyor" dedi… Oysa babası kaldığı odanın hemen önünde bütün gün  bekliyor oğlunu o şekilde görmeye dayanamadığı için yanında duramıyordu. Çocuk bu kadar güçlü olmasına rağmen tedavide ilerleme yoktu. Her geçen gün kötüye gidiyordu. Birden şekeri yükseldi. Israrla dondurma yemek istiyordu. Annesi dayanamadı koştu aldı dondurmayı,sadece bir kaşık vermek şartıyla yedirdi oğluna ama bir daha istedi, bir daha …olmaz dedi annesi buradan çıkalım söz istediğin kadar alacagim sana. O gün akşam Galatasarayın maçı vardı. Fanatik Galatasaraylıydı. Ablası elinde Galatasaray bayraklarıyla ve formayla girdi odaya. Maçı izlemesi için lig tv bile ayarlamıştı. O kadar mutlu oldu ki. Maçı izlerken hastalığını unutmuş bambaşka bir dünyadaydı. Aradan günler geçti iyice kötüleşti. Bilinç kaybı ve konuşma bozukluğu başladı. Hafızası gidip geliyordu. Altını kirletmişti farkında olmadan. Durumu fark ettiğinde tek tek özür diledi servisteki hemşirelerden ve temizleyen annesinden. Annecim çok özür dilerim Sen yaşlandığın zaman ben de sana çok iyi bakacagım dedi. Bir de kız arkadaşı vardı. Kartona kocaman buket seni çooook seviyorum yazıp fotoğrafını çektirmişti ablasına. Facebook da paylaşmasını istemişti. Bayrama sayılı günler kalmıştı.
Doktorlar tedaviyi yarıda bırakmak zorunda kaldılar çünkü enfeksiyon kapmıştı çocuk hastaneden. Antibiyotik tedavisine başladılar. O günün sloganını söylemişti ablasına sabah uyandığında: "Bu hastalığı yenecez hastaneden yürüyerek el ele çıkacağız ve herkesi şaşırtacağız". Yine maç vardı akşam. Ablası arkasında kardeşinin adı yazılı olan bir forma yaptırdı. O kadar mutlu oldu ki. Ablacım formamı giydirip fotoğraflarımı çeker misin dedi .Tamam dedi ablası tedavini yapalım ondan sonra giydiririm. Ama o an ters giden bir şeyler oldu. Nefes almakta zorlanıyordu. Hemen makinaya bağlandı,yoğun bakım ünitesine alındı. Ablası gözyaşlarıyla ve elinde giydiremediği Galatasaray formasıyla düşüp kaldı. Arefe günüydü. Abisi gelmişti bayram için okuldan. O an öğrendi olanları, inanamadı,bağırdı çağırdı herkese sakladıkları için. Bayram sabahı saat 05:32 de hayata gözlerini yumdu. Abisinin gelmesini beklemişti belki de! Olmamıştı…Savaşmaya hazırken lösemiden değil enfeksiyondan ölmüştü. Bayram sabahı adeta ateş düştü yüreklere. Annesi ciğerim yanıyor, içimdeki ateşi söndürün diye haykırırken ,babası gözyaşlarını içine akıtıyordu. Abisi hala inanamıyordu olanlara, boş gözlerle bakıyordu kardeşinin tabutuna. Ablası mı??? Tabutun yanına ağlayan gözlerle yaklaştı. Elindeki o giydiremediği Galatasaray formasını tabutun üzerine serdi ve özür diledi: AFFET! KURTARAMADIMMM

( KARDESIMI KAYBETTIKTEN SONRA SON BIR AY İÇİMDE KALAN YAPTIKLARIM VE YAPAMADIKLAIMI YAZIYA DÖKMÜŞTÜM PAYLAŞMAK İSTEDİM…)
S. O. hemşiremiz
---------------------------------------------------------------------

Sevgili Özlem Savoğlu bir liste yapmış kanser sürecinde duyduğu bazı anlayışsız yorumları içeren, ufak ve esprili de bir cevap yazmış her biri için.
Her zaman olduğu gibi samimi ve içten gelen her söz yerine ulaşır. Ve her biri kalıplaşmış sözlerden çok daha değerli inanın…
Sağlıkla kalın,
ET 

Söylenmemesi gerekenler..

1- Benim de annem/teyzem/kız kardeşim bu hastalıktan öldü.
Hasta: "Yaa! Umarım ben ölmemL"
2- Senden çok daha fenaları var, şükret haline.
Hasta: Benden daha kötü durumda olanları bilmek bana kendimi daha iyi hissetirmiyor.
3- Aman 25 yaşında değilsin ki, erkekleri çekmek için memeye ihtiyacın olsun.
Hasta: "Eğer bir adamın ilgisini uyandırmak için memelerime ihtiyaç duyacaksam, zaten yanlış adamla uğraşıyorum."
4- Tebrikler! kanseriniz iyi bir tür?
Hasta: Bakınız: OXYMORON! iyi kanser.
5- Ufak bir ameliyat, biraz kemo, iyileşirsin. Neyse ki meme kanseri artık öldürmüyor, grip gibi bişey!
Hasta: Oh Oh iyi neyse, kemonun da pembe pamuk şekeri gibi olanından verecekler herhalde.
6- Neydi be kızım derdin? neyi attın içine bu kadar çok, neye öfkelendin? Okudum ben bir yerde, kanser hep içine attıklarından oluyormuş.
Hasta: Kanseri başıma ben getirmedim.  
7- "Kötü hastalık"!
Hasta: Adı "kanser", gerçeklerden korkmayın.
8- Bahsederken "kanser" deme  moralim bozuluyor.
Hasta: !!!
9-Şimdi içi süngerli falan böyle sütyenler var, belli bile olmaz bir göğsünün olmadığı.
Hasta: hah iyi o zaman ben zaten sokaktaki adam için çok endişeliydim, ansızın bir göğsüm olmadığını görür de üzülür diye.
10- Nasıl hissettiğini çok iyi anlıyorum.
Hasta: Bu yorum kanserin K'si ne kendi ne de bir yakınının hayatından geçmemiş birinden.
Özlem Savoğlu
--------------------------------------------------------------------------------------------
Müşerref Hanım'ın izniyle sizinle hikayesini paylaşıyoruz. Bize gelen özel mesajların bir
çoğunu göremiyorsunuz, hepsini okuyabilseniz hepimizin ne büyük bir güç olduğumuzu bir kez daha görürdünüz.

Sevgiyle kalın,EB
Şu anda duygu yüklüyüm ... Sizi tanıdıktan sonra yalnız olmadığımı biliyorum artık. Ne güzel insanlarsınız, iyi ki varsınız. Toplum bu konuda çok bilinçsiz ve bilgisiz. Derdimizden, ancak yaşayanlar anlıyor.
 
Benim eşim de lösemi... Zatüre teşhisi koyup eve gönderen doktor gereken tahlilleri isteseydi, lösemi erken teşhis edilecekti. Biz de o günlerde düşünemedik, aklımıza gelmedi, belirtilerini bilmiyorduk. Son evrede aile hekimimizin dikkatini çekti, tahlil istedi. Ve işte gerçekle o zaman yüzleştik. Doktorlarımız ilk teşhiste o kadar kötümser konuşmuştu ki, eşim sonrasında evde "yarın yaşayacak mıyım" demişti...
 
Biz hastalık teşhisi konduğunda en kötü sonucu -ölümü- başlangıçta kabullendik, bu nedenle doktorların umuda dair söylemleri hastanın bilgi ve bilincine göre olmalı. Ülkede yeterli hemotolog yok, doktorlar bu alanı seçmiyor. Karadeniz bölgesinde o kadar çok kanser hastası var ki. Kısaca sorunlar yumağı. Kanser olmamak için mücadele ediyoruz...
 
12.5 yaşında kızımız var, özel bir okulda burslu okuyor ve satranç oynuyor. Babasının kanser teşhisinden sonra duygularını -satranç oynamasının da etkisiyle- bir tarafa bırakıp hedeflerine odaklandı. Bu zor dönemde basketbol, satranç, şiir gibi akademik ve sanat-edebiyat alanında okulunda çok sayıda madalya alarak 7.sınıfa geçti. Babasinin hayat odağı ve tek moral kaynağı oldu!
 
Bu denli yalnız mücadele ediyoruz hastalıkla...
Kızımız bilim adamı olmak istiyor....
Tek dileğim babasının, kızımızın üniversiteye gittiğini görmesi...
 
Kocaman yüreklerinize sevgi ve saygıyla...
Müşerref İ.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------  

Bizi biz yapan sizlerden gelen yorumlar, sevgi dolu sözler, kimi zaman da işte aşağıdaki gibi duygu dolu paylaşımlar... Elif Hanım'ın da izniyle sizle yazısını paylaşıyoruz. Sevgiyle kalın. EB



Normal günlerden biriydi güne başladığımda. Çeşmede yazlıktaydık. 

Bir kaç zamandır hissettiğim kasık ağrıları ve regli düzensizlikleri için jinekoluğumdan randevu almıştım. Doktora gidecektim o da bana üşütmüşsün diyecek bir antibiyotik verip yollayacak diye düşünürken zorlu yolculuğa an be an, saat be saat, gün be gün yaklaşıyordum. 

Üçüncü günün sonunda her şey apaçık serildi önüme. 

Kanserdim. 

Kulaklarımda doktorumun sesi uğulduyordu. Bir rüyadayım ve kabus görüyordum sanki. Uyanıcak ve etrafımdakilere kabusu anlatacaktım. 

Malesef öyle olmadı. Gerçekti hastalık ve beni yakalamıştı. Pençesindeydim. Öyle bir şey ki bu hastalık, bir taraftan siz kahroluyorsunuz dalga dalga, bir taraftan size yakınlık derecesine göre etrafınızdakiler: acıyarak bakan gözler, teselli vermeye çalışan dudaklar. 

Derken ameliyat günü gelip çattı. Kurbanlık koyunsunuz adeta. Koca bir soru işareti ile giriyorsunuz ameliyata. Tam 4,5 sene geçti üzerinden o günlerin... Bu arada iki nüks ameliyatı daha oldum ve sürekli devam eden bir kemoterapi... Hemde bir çok çeşit. 

An oldu Allah'a yalvardım al beni diye...

An oldu hırslandım, beni yenemez deyip savaş verdim.

Bittiğim tükendiğim anlar, acıdan yerlerde sürüklendiğim zamanlar oldu. 

Bitti mi dans peki? hayır, hala devam.  Şu an altuzan diye bir ilaç alıyorum. Mukemmel bir doktorum var: NİL MOLİNAS. Benden çok beni düşünüyor. Ameliyatlarımı Ankara Başkent Hastanesinde ALİ AYHAN ve ekibi gerçekleştirdi. Hepsi birbirinden değerli insanlar. Hepsini çok seviyorum. Ve jinokoloğum KEMAL UĞURBİL iyi ki varsın. 

Ve canım arkadaşlarım ve ailem. Sizlere sahip olmasaydım ben yarıda bırakırdım bu savaşı. 

Kaybetmeyi seçmek kolay olandı ama anladım ki etrafımda beni seven bu kadar kişi varken benim kolayı seçmek gibi bir lüksüm yok. 


Sloganım şu oldu hep: HAYAT, KADERE İNAT SENİ SİL BAŞTAN YAŞAYACAĞIM. AHTIM OLSUN......şarkıda dediği gibi. 

Elif Kıranşal
  



1 yorum:

Adsız dedi ki...

zafer aslan yazdıklarını ağlayarak okudum bn bi onkoloji hemşiresiyim çocuk onkoloji 11 dünya güzeli bebeğimi kaybettim hepsi benim için bi son gibiydi. verdiğimiz kürleri kaldıramıyordu o küçücük bedenleri ellerimde gidiyorlardı cennete onları bi güvercin gibi uçuruyordum.Acı çekerek bırakıyordum onları gök yüzüne berhudanım var 3 ay kaldı yoğun bakımda eridi resmen bebeğim 4 defa dayanamadı kalbi durdu ama o küçücük bedeniyle direniyordu bu kanser illedine her defasında yeniden atmaya başladı o minik yüreği.Allah o hastalıktan kurtulmanıza yardımcı olsun direnin ona yıkılmadığınızı gösterin biz dualarımız ve mesleğimizle ALLAH izin verdiği sürece yanınızdayız.