Psikoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Psikoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Kanserden sonra çalışma hayatına geri dönüş --Uzman Psikolog Pelin Erbil


Psikoonkoloji alanında yapılan klinik çalışmalarda kanser tedavileri sırasında çalışma hayatlarına devam eden kişilerin, hastalıksız kişiler kadar üretken olabildikleri tespit edilmiştir. Tedavileri ve fiziki durumları müsait olan hastaların tedavi sırasında iş hayatlarına devam edebilmeleri hastalığın yaratabileceği “yaşam kesintisine” olanak vermez.

Kanser tedavilerini bitiren ve hastalık öncesinde çalışma hayatında aktif olan 10 hastadan 8'i tedavilerin bitiminde çalışma hayatına geri dönmeyi planlamaktadır.  Bu geri dönüş, hayatta yeni bir sayfanın açılması, hastalığın
geride bırakılması, istekli bir eylem olmasına rağmen bazıları için beklenilen özellikte değildir. Sağlık durumunun imkan vermesi durumunda tedaviler sırasında veya sonunda çalışma hayatına başlama kişinin kendine güvenini arttıracaği gibi, hastalık öncesi kimliği ve yaşam seviyesini devam ettirme açısından yapılan büyük bir gayrettir.

“İşe geri döndüğüm gün, her şeyin bitmiş olduğunu kesinlikle anlayacağım”. Bir çok hasta için tedavilerden sonra çalışma hayatına geri dönebilme, bitmiş bir sayfa niteliğindedir. Kanser hastalığının tamamen geride kaldığı düşüncesi yaygındır.

Çalışma hayatına geri dönüş, normal hayata geri dönüş olarak algılanmasına rağmen “kanser” teşhisi konmuş bir kişi hayatında her an hastalığın tekrarlanması korkusunu da yaşar.  Aslında çalışma hayatına geri dönüş hastanın yanlızca iş hayatına dönmesi değil aynı zamanda sosyal hayata da geri dönmesidir. Çünkü dönem dönem kanser ve tedavileri kişinin kendisini yalnız ve izole hissetmesine neden olabilmektedir. “Hasta” pozisyonundan çıkıp üretken hayattaki yeni rolüne girmek bir çok kişide heyecanlı bir bekleyiştir.

Aslında işe dönüşte kişi hastalık süresince yaşadığı deneyimlerden dolayı farklılaştığını işe başlamadan evvel hissetmeyebilir. Institut Curie bünyesinde yapılan bir çalışmaya göre, hastaların 61% eskiye oranla kendilerini daha yorgun hissettiklerini ve 33% hafıza ve dikkat toplamada zorlandıklarını belirtmişlerdir. Aynı çalışmada hastaların 1/5 i terfi imkanlarından faydalanamadıklarını, kenara sıkıştırılmış hissini yaşadıklarını belirtmişlerdir.

Geçirilen hastalık deneyimiyle ilgili olarak iş arkadaşlarıyla paylaşımda bulunmak ve bu paylaşımın oranı kişinin karar vereceği bir konudur. Bazı iş ortamlarında bu bilgilerin paylaşılmaması tercih edilir.  İş hayatında kendinize yakın hissettiğiniz ve samimi olduğunuz kişilerle bu bilgileri paylaşıp, diğerlerine söyleyebileceğiniz değişik açıklamalar üzerine yorumlar yapabilirsiniz. İşe dönüşte hastalığınız ve tedavileriniz hakkında herkesin farklı yaklaşımlarda bulunduğunu gözlemleyebilirsiniz. Bazı iş arkadaşları size ne şekilde yardımcı olabileceklerini sorgularken, diğerleri kendinizi rahat hissetmenize imkan vermezler. Bazı kişiler hastalığın başlarına gelebileceği endişesinden dolayı  konudan mümkün olduğunca uzak durmaya çalışırlar.

Aslında kanser ve tedavileri, kişinin normal hayatında bir duraklama dönemi olarak görülmektedir. Çünkü hasta ve yakınlarının yaşamları, hayat gayretleri belli bir süre hastalığın tedavisi üzerine yoğunlaşmaktadır. Tedavilerin tamamlanmasını takiben çoğu zaman hayat içerisinde “kanser öncesi” ve “kanser sonrası” zaman dilimleri olarak ifade edilir. Kanser deneyimini yaşayan kişiler, çoğu zaman hayata karşı  farklı bir bakış geliştirirler. Bazı kişiler hastalık sonrasında kendilerini tanıyamadıkları kadar değişim geçirdiklerini belirtirler. Büyük değişimlerle hayata devam etmek bir çok kişi için uzun dönem psikolojik çalışma gerektiren bir süreçtir. Kişinin kendine yönelttiği sorgulamalar ve yaşadığı belirsizlikler iş hayatının ritmine uymasına engel olabilecek niteliktedir.

Bazı kişiler için durum farklıdır: yaşadıkları dönemin sonunda eski sorumlulukları almak ve iş pozisyonuna geçmek zor gelebilir.

İşten ayrı kalma süresinin 1 seneyi geçmesi durumunda, iş hayatına dönmek ve uyum daha da zorlaşır.  1 senelik süre içerisinde kollektif çalışma farklı bir ritim almıştır, hastalık süresince yerine başka bir kişi alınmış olabilir. Çalışma hayatında ki arkadaşlar kişinin tam olarak hastalık sırasında neler yaşadıklarını bilemezler. Hastalık sürecinden sonra işe başlayan kişinin eskisi gibi olmasını beklerler.

Tedaviler sonunda işe dönüşü zorlaştıran konular:

Tedavilere bağlı halsizlik,
Depresyon ve endişeden kaynaklanan uyku bozuklukları,
Hastalığın tekrarlayacağına dair düşünceler,
Eski pozisyonunu bulamayacağına (tedaviler süresince yerine başka bir kişinin atanması) dair endişeler,
Kendine güvenin azalması,
Eski pozisyondaki gelir şartlarını kaybetme endişesi,
Üstlerinin ve çalışma arkadaşlarının kendisine duydukları güveni kaybettiklerine dair korkular.

Hastalık sonrası işe dönüşü nasıl kolaylaştırılır:

Tedaviler süresince iş yeri ve iş arkadaşlarıyla iletişimin devam ettirilmesi,

Hayal kırıklığını ve sürmenajı önlemek açısından ilk günden başarı beklentisini çok yükseğe koymayıp, mevcut fiziksel ve psikolojik yeterlilikle iş hayatına başlamak,

İşe başlamadan evvel çalışma arkadaşlarınızla hastalığınız konusunda ne dereceye kadar paylaşıma gireceğinize karar verin:

Arkadaşlarınızın hastalığınızı görmezden gelmelerini mi istersiniz?

Arkadaşlarınızla tedavi ve yan etkilerini paylaşmayı ister misiniz?

Arkadaşlarınızın size hastalıksız bir kişi gibi mi davranmalarını istersiniz?

Arkadaşlarınızla sınırlı bir paylaşımımı tercih edersiniz?

Yakın çevre ve arkadaşlardan gelen yardım taleplerini kabul edin,

İşe geri dönüş döneminde karşılaştığınız iş paylaşımı konusundaki sorunlarla ilgili olarak üstlerinizle konuşun,

İşe geri dönüş döneminde psikolojik yardım alın.

Uzman Psikolog Pelin Erbil 


BUNUN DOĞRU OLDUĞUNU KESINLIKLE BILEBILIR MISIN? Dr. Deniz Öner


Dünya çocuk günü ve Cumhuriyetimizin temel değerlerinin nasıl yıkıldığına şahit olduğumuz bu günlerde düşüncelerimizi sorgulamak üzerine tekrar yazmak istedim.

Dünyada, ülkemde son bulmasını istediğim şeylerle zihnimi sürekli olarak meşgul ettiğimde acı duymamak imkânsız.  Ancak dünyayı bizim düşüncelerimize göre olması gereken duruma uydurmaya çalışmak ümitsiz bir çabadır der Byron Katie, Olanı Sevmek adlı kitabında.

“Kadınlara, çocuklara şiddet uygulanmamalı”,  “Çocuklar hastalanmamalı, insanlar ölmemeli”, “Kocam(karım) benimle aynı fikirde olmalı” , “Daha zayıf olmalıyım (veya daha güzel, daha başarılı)”,   “Oğlum (kızım) derslerine daha çok çalışmalı”, “Sevgilim bana dikkatini vermeli”, “Yağmur yağmamalı”…kulağa ne kadar sevecen, duyarlı ve iyi gibi gelse de..Bu gibi düşünceler gerçeğin olduğundan daha farklı olmasını isteme yollarıdır.

Yaşadığımız stresin tümü gerçek olanla tartışmaktan kaynaklanır.
Mücadele etmek gerektiği ve mücadele edilmezse güçsüz duruma düşüleceğine inanırız. Oysa olması gerekiyordu çünkü oldu ve yeryüzündeki hiçbir düşünce bunu değiştiremez. Bu durum olanı onaylamanız anlamına gelmez. Sadece olanı direnmeden ve içsel mücadelenin yarattığı zihinsel kargaşa olmadan görebileceğiniz anlamına gelir.

 Kimse çocuğunun hasta olmasını istemez.  Kimse bir trafik kazası geçirmeyi istemez ancak bunlar yaşandığında zihnimizde olanlarla kavga etmenin kime faydası olabilir?

Herkes için neyin en iyi olduğunu bildiğimi zannetmek, sevgi adına da olsa saf küstahlık. Sonuçta hissettiğimiz duygu gerginlik, endişe ve korku ve yalnızlık.

 Gerçek, doğru olandır.

 Doğru olan önünüzde var olandır, gerçekten ne oluyorsa odur. Beğenseniz de beğenmeseniz de, şimdi yağmur yağıyor. “Yağmur yağmamalı” sadece bir düşüncedir. Gerçekte “olmalı ya da olmamalı” diye bir şey yoktur. Bunlar sadece gerçeğin üzerine zorladığımız düşüncelerdir.
Gerçeğin söz konusu olduğu yerde “Öyle olmalı” diye bir şey yoktur. Sadece “Olan” olduğu gibi ve şu anda vardır.

 Gerçek her hikâyeden önce gelir. Ve her hikâye, incelenmeden once, bizim gerçeğin ne olduğunu görmemizi engeller.

Dünya çocuk günü dolayısıyla paylaşılan yazılardan özellikle bir tanesi,   “Hayat sana bir tekme atacaksa ileriye doğru atsın” örneği birini aklıma getirdi. Lojistik, İnsan kaynakları konularıyla Ülkemizi ilk tanıştıran kişilerden, bir hayırsever Mehmet Süha Uçar ‘dan söz etmek istiyorum.
Ciddi yoksulluk ve ailevi sıkıntılar içerinde kaybolan bir çocukluk ve gençlik hikayesi ile başlayan yaşam serüveninde;   azmi, çalışkanlığı ile elde ettiği serveti  okul yaptırarak, eğitim bursları gibi bir çok hayır işleri ile  topluma karşı sorumluluklarını yerine getirdiğini düşünerek manevi olarak haz duyan biri.. 

El bebek gül bebek bir çocukluk yaşamış olsaydı bugünkü başarılarına ulaşabilir miydi? Bunu bilme şansımız yok.  İnsanlık tarihinde buna benzer bir çok başarı hikâyesi var mutlaka…
Sonuç olarak; İçinde yaşarken ya da dışarıdan ne kadar kötü gözükürse gözüksün, yaşanan her deneyimin kişinin gelişimi için gerekli olduğunu;

Onun için “olan her şeyin tam da olduğu gibi olması gerektiğini” , savaştığımız her şeyin daha da güçlendiğini; direndiğimiz her şeyin daha da direndiğini akıldan çıkarmadan olanı kabul etme ve hatta sevmenin en huzur veren seçim olduğunu söyleyebiliriz.
Her zaman birlikte öğrenmek, hatırlamak ve uygulamak üzere..

Dr. Deniz ÖNER



İTİRAF EDİYORUM-İSTEDİĞİNİZİ YARATABİLİRSİNİZ Dr. Deniz Öner


Bir itirafım var… Ayıplanacağım ve ne kadar kötüsün diyecekler diye daha önce kimselere anlatamadığım bir durumdan söz edeceğim size.

Beni kınama hakkınız bakidir,  bugün ilk kez oğluma anlattım ve o bunu kendine saklamaman gerekir deyince vakit şimdidir dedim;

Biz çok yakın iki kız arkadaşız, muhtemelen 15-16 yaşlarındayız; yazlıktayız,  çok güzeliz, çok havalıyız, çok başarılıyız.. kışın sıkı çalıştığımız, yazın da sonuna kadar eğlendiğimiz günlerdeyiz..

 Arkadaşımın bir komşu kızı vardı; bizden birkaç yaş büyük olmalıydı, çay bahçesine gelirken (şimdi cafe denilen ama bizim zamanımızda yerler toprak, sandalyeler tahtadan bildiğiniz, çay bahçesiydi işte) bile elinde örgüsüyle gelen hanım hanımcık, hani ev kızı derler ya..Biz okuyup meslek sahibi olmak dışında alternatif tanımazken; o evlenip yuva kuracağı hayırlı bir kısmet bekliyordu.
Aslında biz de öyle ukala, şımarık genç kızlar değildik ama ..gerçi ben de biraz insanları iyi gözleme ve  taklt yeteneği de vardı, komik geliyordu yaptıklarımız..

 Hani o elinde örgüsü, iyi ev kızı modelinde ya..,biraz küçümsemek mi, şaka mı..şimdi hangi duyguyla yaptık hatırlamak zor...  Arkadaşımla birlikte ona bir mektup yazdık;
 Göztepede bir market sahibi, siyah bir BMW arabası olan, orta boylu, orta kilolu ve 25 yaşlarındaki  bir gencin ağzından ..ve   her zaman gittiğimiz çay bahçesinde de bir de randevu istedik ondan, niyeti ciddiydi..

Bu hayali adamdan gelen mektubu posta kutularına da attık…
Kızın o buluşmaya gidip gitmediğini asla öğrenemedik, kontrol de etmedik..dahası  unutmuştuk bile ..ancak bir sonraki yaz bu kızın evlendiğini öğrendik..şimdi ne var bunda diyebilirsiniz..
Evlendiği adamın Göztepe’de marketi, siyah BMW arabası olduğunu ve tam da bizim tarif ettiğimiz bir tipi olduğunu öğrendik..Şaşkınlığımızı anlatacak kelime olur mu sizce??..
 Bütün yazılarımda sizinle paylaştığım, aslında kendime de hatırlattığım ” istediğiniz şeylere odaklanmanız ve olacağına inanmanızdır”  değil mi?

O kızcağız,  bizim küstahça yaptığımız şakanın farkında olmadığı için;  Öyle bir adamın varlığına İNANDI ve onu YARATTI

Buradan hatırlamamız ve hiç unutmamamız gereken…
Sahip olmak istediğimiz ne ise sağlık, mutluluk, sevgi, maddi şeyler..
Mutlaka yazılı ve detaylı olmalı,

En önemlisi ise ona zaten sahip olduğunuza katıksız bir inancınız olmalı…(içinde şüphe, endişe kırıntısı olmamalı)

Bir keresinde biri bana demişti ki “hep aynı şeyleri söylüyorsun, ne zaman değiştireceksin; ben de sen ne zaman yapmaya başlarsan” demiştim.
Diyorum ki artık yapmaya başlayalım…

Sağlık, mutluluk ve sevgiyle kalın
Dr. Deniz ÖNER


SAVAŞTIĞINIZ ŞEY GÜÇLENİR; DİRENDİĞİNİZ ŞEY DİRENİR Dr. Deniz Öner

Geçenlerde Echart Tolle’un, Var Olmanın Gücü kitabında bir bölüm beni çok etkiledi ve  sizinle de paylaşmak istedim.
Belli durumlarda, kendinizi veya başka birini  bir düşmana karşı korumanız gerekebilir ama savaştığınız şeyi kötü olarak kabul edip “kötülüğün kökünü kazıma” misyonuna girişmemeye dikkat edin diyor.
Hani çok sık duyarız “buna karşı savaş”, “şuna karşı savaş” ..Uyuşturucuya, suç organizasyonlarına, terörizme, kansere, yoksulluğa, açlığa..ve ne yazık ki savaş açılan her şey daha da güçleniyor gibi görünmüyor mu?
Özellikle bulaşıcı hastalıklara karşı savaşta,  bir zamanlar kahraman olan antibiyotiklerin yaygın kullanımının, büyük ihtimalle  onlara karşı dirençli bakterilerileri hortlatması beklenmektedir.
Ciddi bir Amerikan tıp dergisine göre; ABD de tıbbi tedaviler, kalp hastalıkları ve kanserden sonra en ciddi sağlık problemi olmuş durumda.
Savaş bir zihin yapısıdır ve bu zihin yapısından kaynaklanan tüm eylemler; ya kötü olarak algılanan düşmanı güçlendirecek ya da savaş kazanıldığı takdirde birincisi kadar etkili ve genellikle daha güçlü yeni bir kötülük yaratacaktır. Savaş gibi bir zihin yapısının tutsağı olduğunuzda, algılarınız son derece seçici bir hal alır ve bozulur. Diğer bir deyişle, sadece görmek istediğinizi görür, onu da yanlış yorumlarsınız.
Barış istersiniz, barışı istemeyen hiç kimse yoktur. Ama içimizde dramı, çatışmayı isteyen bir şey vardır. İçinizdeki tepkiyi tetikleyen bir durumu ya da bir olayı beklersiniz: Birinin sizi bir nedenden ötürü suçlaması, size saygı duymaması, bölgenize izinsiz girmesi, bir şeyleri yapma tarzınızı sorgulaması, para hakkında tartışması gibi..
O zaman içinizde yükselen ve belki düşmanlık ya da öfke kılığına bürünmüş korkuyu, o güçlü enerji akışını hissedersiniz. Zihninizin pozisyonunu savunmak, suçlamak, saldırmak, haklı çıkarmak için yarıştığını hissedebiliyor musunuz? İçinizde savaşta olan, tehdit edildiğini hisseden ve ne olursa olsun hayatta kalmaya, bu tiyatro oyununda zafer kazanan karakter olarak kimliğini korumaya çalışan bir şeyin varlığını hissedebiliyor musunuz?
Huzurlu olmaktansa haklı olmayı tercih eden bir şeyin varlığı…
Burada savaşta olan egodur..hayatta kalmak için savaşan ..
Bir kez farkına vardığınızda EGO üzerinizdeki gücünü , hakimiyetini kaybedecektir..
Onun için ne zaman acı, öfke, kızgınlık hissederseniz onu kabul edin, kucaklayın..teslimiyet huzuru getirecektir..
Hep birlikte öğrenmek, hatırlamak, uygulamak üzere
Sağlıkla ve sevgiyle kalın

Dr. Deniz ÖNER


Kanser Çiftler Arasında İlişkiyi Bozar mı? Uzman Psikolog Pelin Erbil


Bu yazıyı sizlerle paylaşmamıza izin veren sevgili Psikolog Pelin Erbil’e sonsuz teşekkürlerimizle. Yazının orijinali ve diğer yazılara www.pelinerbil.com internet sitesinden ulşabilirsiniz.


 


Kanser çiftler arası ilişkiyi bozar mı?



Kanser ve diğer kronik hastalıklar hastanın olduğu kadar aile bireyleri ve bireylerle olan ilişkileride etkiler. Bir çok çalışma sonucuna göre hasta eşlerinin hastayla aynı oranda üzüntü ve endişe yaşadıkları tespit edildiği gibi; hasta ve eşler tarafından hissedilen üzüntünün birbiriyle bağlantılı olduğu bulunmuştur. Yani eşlerden birinin duygusal reaksiyon vermesi diğer eşinde aynı reaksiyonu vermesine  neden olmaktadır.

Eşlerden birine kanser teşhisinin koyulmasını takiben diğer eşin 20-30% oranında psikolojik dalgalanmalar ve mizaç değişiklikleri yaşadığı tespit edilmiştir. Tanıyı takip eden 3 sene sonra eşler üzerinde yapılan kontrollerde meme kanserli kadınların eşlerinin hastalardan daha yüksek seviyede endişe ve depresyon yaşadıkları bulgulanmıştır ( Baider, Ever- Hadani,Goldzweig 2003; Foy&Rose 2001; Langer, Abrams &Syrjala, 2003).

Meme kanseri tanısı koyulan hastaların eşleri şok yaşadıklarını, geleceğe yönelik güvensizlik hissi duyduklarını, korku, üzüntü, çaresizlik hisleri yaşadıklarını belirtmişlerdir

1991senesinde yapılan bir araştırma sonuçlarına göre eşlerine meme kanseri teşhisi koyulan erkeklerin ilişkilerinde mevcut sorunların kanser teşhisinden sonra dahada büyüttüğünü ve sorunlardan bağımsız olarak ilişkilerinin kötüye gittiğini ifade etmişlerdir.

Eşlerin hastalığını takip eden günlerde erkekler eşlerine destek olmak için çaba gösterdiklerini, daha çok çocuk bakımına yardım ettiklerini, ev işlerini üstlendiklerini, çalışma programlarını mümkün olduğu derecede değiştirdiklerini, duygusal destek verme anlamında eşlerine yardımcı olduklarını,eşlerin vücutlarında meydana gelen değişimden dolayı ilişkilerinin etkilenmesine meydan bırakmadıklarını belirtmişlerdir. Aynı zamanda eşlerine fiziksel bakım ve ihtiyaçları için yardımcı olduklarını ve kuvvetli olduklarını gösterdiklerini dile getirmişlerdir  (Zahlis & Shands, 1991; Lethborg et al., 2003).

Bazı erkeklerde hasta eşlerine karşı nasıl davranacaklarını bilemediklerini  ve bu nedenle eşlerine destek olamadıklarını belirtmişlerdir (Zahlis & Shands ,1991).

Yukarıda refere edilen çalışmalardan çıkan ortak sonuç, erkeklerin meme kanseriyle başa çıkmada mücadele ettiklerini, kendi duygularını yadsıdıklarını ve düşünmeden kaçındıkları sonucunu çıkartıyoruz (Zahlis & Shands, 1991; Lethborg et al., 2003).

Duygular
Kategori
Oran
(%)
Kansere mahkumiyet
Şok karşısında çaresiz kalmak
Hayatın değiştiği hissi
Tanrının niye eşini seçtiğini düşünme
94
71
16
Değişim
Birbirimize daha yakın olacağız
İlişkimizi bu hastalık daha zorlaştıracak
Ebeveyn olarak bizi etkileyecek
54
69
29
Bakımla ilgilenme
Destek olma
Kendine ait zaman ihtiyacı
Duygu ve düşüncelerini ikinci ve üçüncü kişilerle paylaşmama
33
10
23
İşlerin ilerlemesi için yardımcı olma
Yükü üstlenme
Hasta eşin yaşayacaklarına karşı hassasiyet
Pozitif olma
Kanser üzerine odaklanmama
En iyisini ümit etme
Hastalıkla beraber yaşamak için elimden geleni yapmak
56
50
40
40
54
21

(Ellen H.Z.,Zahlis, MN and Frances M.L.,2010).
Akciğer, meme ve kolon kanseri teşhisi konmuş hasta grubunun eşleriyle yapılan klinik araştırmada eşlerin tanı tarihinden itibaren 1 sene boyunca yüksek seviyede psikolojik zorluklarla karşılaştıkları bulgulanmıştır
Eşin yüksek seviyede sıkıntı duymasına neden olan başlıca faktörler

·         *Hastalığın evresi

·         *Hastanın duygusal uyumu

·         *Cinsiyet, yaş ve eşin kişilik özellikleri

·         *Evliliğe uyum

·         *Ailenin işleyişi


gibi konular etkin olur.

Ancak eşlerde görülen bu psikolojik değişimlerin “sevilen yakın bir kişinin kaybı/hastalığı” dan dolayı mı yoksa hastalığa uyum süresince yaşanan zorluk ve değişimlerden mi olduğunu söylemek oldukça zordur.

Aile bireylerinden kadınların erkeklere oranla duygu ve düşüncelerini daha yoğun yaşadıkları, kadınların hasta eşlerine  daha fazla fiziksel ve duygusal destek verdikleri çalışmalarda bulgulanmıştır.

Hastanın erkek olması durumunda, eşinin yaşadığı psikolojik sorunlar hastanın psikolojik durumuyla orantılı değildir. Eşin duygusal durumunu etkilejen majör durum, hastanın (erkek) fiziksel durumudur. Eşin psikolojik değişimini, hastalığın ilerlemesiyle ortaya çıkacak reel ihtiyaçların artmasıyla doğrudan bağlantılıdır.

Ailenin ve eşlerin hastalığa uyumları konusunda yaş faktörüde çalışmalara konu olmuştur. Genç eşlerin, yaşi ilerlemiş eşlere göre daha yüksek oranda psikolojik reaksiyon geliştirdikleri tespit edilmiştir. Ancak ileri yaştaki eşler, hastanın ev bakımını idare etme konusunda fiziksel yetersizlik ve sorumlulukarın artması nedeniyle daha fazla zorlandıkları tespit edilmiştir.

 Uzm Psikolog Pelin Erbil

Uzman Psikolog Pelin Erbil



İstanbul- Bebek doğumlu, orta ve lise öğrenimlerini Sainte Pulcherie ve Saint Benoit Fransız Kız Lisesinde yaptı. 1989 yılında İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümünden mezun olup bunu takiben İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Enstitüsünde Psikososyal Onkoloji Ana Bilim dalında Master'nı tamamlayıp Uzman Psikolog ünvanını aldı.

 

Ilk kemosuna Hazılanan Birine Nasıl/Ne Öğüt Verirdiniz? Kanserle Dans Okuyucuları Cevaplıyor



Küçük bir kuş bana kemonun bittiğini söyledi...


Ilk kemosuna hazırlanan birine nasıl/ne öğüt verirdiniz? Biz sorduk siz facebook sayfamızda cevapladınız...

Ekin Eylem Kara Kemoterapi alırken midem bulansa, halsizlik olsa da ilaçlar işe yarıyor ki yan etkileri var diye düşünürdüm. :) Ne kadar zor olursa olsun 1 haftaya bitiyor yan etkiler. Bol bol su içmeli ve hafif şeyler atıştırmalıyı ara ara.:)

Asiye Yılmaz Ne denebilir tam bilemiyorum ama zorlu bir  yokuşun başındasın azimle zirveye çıkacaksın ve kazanan sen olacaksın Ha gayret!

Nezih Hukay Tekman Ona şöyle derdim; Kemoterapi alacaksın ve halsiz olacaksın. Dinlen, hayata tebessüm et ki yorgunluğunu alsın. Mutsuz olma, asla umutsuz olma!! Kemo umutsuzları sever ve daha çok yan etki yapar. Hayatın içine kendini bırak ve sabrınla küçük mutlulukları okyanusa çevir. Kemoterapi sen sevdiğin sürece hayatını, senden korkar. Şimdi sana yakışan bir güçle başla tedavine. Haydi mücadele zamanı :)

Asli Atalay Yıldırım Korkma,sakin kal, kuvvetli ve umut dolu ol...

Engin Merve Aközcan Tedavinin her sürecinin kendine göre zorlukları ayrı oluyor. Yeter ki icinizde bir umut ,heyecanlı bir bekleyis olsun. Umudunuzu yitirmediginiz ve karamsar olmadıgınız sürece hersey daha kolay olacak,yeter ki isteyin.Istemek basarmanin yarısıdır. Sonuc ne olursa olsun daima mucadele edin. Asla vazgecmeyin, moralinizi bozmadan umudunuzu yitirmeden sevdiklerinizle beraber herseyin ustesinden gelebilirsiniz.

Gülin Köse Ofluoğlu Cok ileriyi düsünme. Sadece o anki sorunu cöz.

Sevim Gülle bir mevsim bu gelır gecer arkana baktığında sadece o mevsimden hüzünü hatıralar kalır ben o mevsimi yaşadım gecti gitti ve şimdi hayata daha sıkı sarılmış bir sevim var karşımda...

Neşe Işçigil Aşlayan giyinip süslenmelisim. sanki hiç bişi olmamış gibi .

Konca Karakas Bebek gibi hissedeceksin kendini ve bitince de aldığın her nefes kıymetli olacak ve artık mutlu oldugunu daha kolay farkedeceksin. Burnunun ve sinir sisteminin nasıl hassas oldugunu farkedeceksin. Ben istediginde yanında olacagım hep. Birlikte başaracağìz....

Sabahat Alataş Çınar ne söylesek hikaye tatlım..bütün vücudun seni reddedecek onlara söz geçiremiyeceksin saçların,kaşların kirpiklerin gözyaşların seni hiç dinlemeyecek.ama sen diyeceksin ki küçücük çocuklar buna dayanıyorsa bende dayanabilirim.. üstelik şunu hatırlatmak isterim kemo dahi uygulanamayan hastalar var. bu acı bir şans...sayılı gün geçer KORKMA bundan ölmeyeceğiz...GEÇECEK GEÇECEK GEÇECEK. geçiyor bana bak ve lütfen ama lütfen dışarı çıkmayı ve dolaşmayı ihmal etme.. kuşlar,doğa deniz rüzgar sana bir şeyler fısıldayacak..(yola devam az kaldı dayan)sevgilerle

Pakize Özmen kemo tedavin iyi sonuç verir inşallah sadece ben bu rahatsızlıgı kemoyla yenicem diye düşün derim her zorun bir kolayı her darlıgın bir genişligi vardır sabret kazanan sen olacaksın unutma acil şifalar

Rumeysa Tok ilk sen degilsin.sen tek degilsin..yeterki inan.milyonlarca insan gbi savaşıcksın başarıcaksın..

Gülten Mermer hep şunu de biticek herşey eskisi gibi olucak inanki eskisinden daha iyi

Kanserle Dans

Sporcu ve Kanser Hastasının benzerliği --Psikolog Esra Savaş Kaplan

Uzman psikolog ve psikoonkolog sevgili Esra Savaş Kaplan’ın yazılarının tümüne ve iletişim bilgilerine internet sitesi http://www.esrasavaskaplan.com dan ulaşabilirsiniz. Bu önemli yazıları sizlerle paylaşma imkanını verdiği için kendisine sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Bu yazı sporcular ve kanser hastalarını karşılaştırarak mücadele ruhunun benzerliklerini çok guzel anlatmış. İnanmak başarmanın çok önemli bir parçası.


...

Antrenörler iyi oyuncuların kazansa da kaybetse de kararlılıklarını sürdürebilen ya da mücadele yetenekleri olan oyuncular olduklarını söylerler. Ümidini yitirenlerin kazanması beklenmez. Ancak ümidini kaybedenlerin kaybedeceklerine kesin gözüyle bakılmaması gerektiğinin de pek çok örneği vardır.

Bu noktada kanseri yenmek ve sporda galip gelmenin ne kadar da benzeştiği ortaya çıkmaktadır. Hastalığınızla savaşabileceğinize inanmaniz ve hastalığınızın sizi kontrol etmesine izin vermemeniz bir boks ringinde ya da vücudunuzda yaptığınız bir düşmanla, ya da karşı futbol takımındaki birçok rakiple mücadeleye benzemektedir. Kazanmak için bunu yapabileceğinize inanmak zorundasınızdır. Duyduğu kötü olumsuz gerçekçi olmayan düşüncelere, sözlere aldanmadan gerçekçi bir yaklaşıma sahip olarak mücadeleci ruhunuzu harekete sokmalısınız.

Birçok insan kanserden sadece kanserin ruhlarına ve bedenlerine nasıl zarar vereceği konusunda korkunç hikayeler duyduğu için korkar. Diğer yandan eğer hastalığı tedavi eden kişilerle konuşursanız olmadığı kadar çok insanın vaat edilen süreden daha uzun yaşadığını duyabilirsiniz.

Örneğin 1993 yılında Amerika’da yapılan bir çalışmada meme kanseri olan bir hastanın kanser destek grubunda yer alarak daha iyi bir yaşam kalitesine sahip olduğunu ve sadece geleneksel tıbbi tedavi alan hastaya nazaran iki kat uzun yaşadığı görüldü. Los Angeles’ ta California Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde yapılan başka bir araştırma malign melanom hastalarını kapsıyordu. Bu hastalara yapılandırılmış psikoeğitim destek grubunda yer alıyorlardı. Bu araştırma sonucunda da grupta yer alan hastaların diğerlerine oranla hastalıkları daha az tekrarlamış ve ölüm oranları daha düşük olarak bulunmuştur.

Ülkemizden bir örnek verecek olursak Çapa Tıp Fakültesi Onkoloji Enstitüsü’nde yaptığım çalışmamda kadın hastalıkları kanserleri tanısı almış olanların yapılandırılmış psikoeğitim destek grup uygulaması sonucunda hastaların hastalıklarıyla daha çok mücadele ettikleri, daha iyi hissettikleri, aileleriyle uyumlu olup daha mutlu bir yaşam sürdükleri görülmüştür.

Mücadeleci bir ruha sahip olmak hastalığın kesinlikle tedavi edilebileceği anlamına gelmemektedir ancak mücadeleci ruhunuzla hareket ederek daha mutlu, üretken ve güçlü bir yaşam sürmenizi sağlayabilirsiniz. Bu da yadsıyabileceğiniz kadar önemsiz duygular değildir.

En kötü duygu da çaresizliktir ve eğer hala ne yapacağınızı bilmiyorsanız kendinize, dünyaya, hastalığınıza ve çevrenize karşı olumsuz gerçekçi olmayan duygu ve düşünceler içerisinde olursunuz. Halbuki diğer yandan mücadele ruhunuzu harekete geçirirseniz o size ne yapmanız gerektiğini nasıl daha iyi hissedebileceğinizi size gösterecektir.

KANSERLE NASIL MÜCADELE EDECEĞİNİZE BİR AN ÖNCE KARAR VERİN.

Uzman Psikolog&Psikoonkolog
Esra Savaş Kaplan


Kısa özgeçmiş:

Esra Savaş Kaplan Psikoloji lisans eğitimini Koç Üniversitesi’nde aldıktan sonra 6 ay Kanada'da University of British Columbia'da eğitim görüp Türkiye'ye dönüş yapmıştır. Ardından İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi’nde uzmanlık eğitimini tamamladı. Psikoterapist sertifikalarını İngiltere’de CBT London, Türkiye’de CBT İstanbul ve Bilişsel Davranışçı Terapiler Derneği’nden aldı. Şuanda Amerika'da klinik psikoloji doktora öğrenimine devam ediyor.

RAKİBİNİZİN KUVVETİNE DİRENMEYİN, ONU YENMENİZE İZİN VERİN!! --Dr. Deniz Öner

Ülke ve kişisel gündemlerimiz farklı gibi görünse de, dış dünyada hiçbir şey olmuyormuş  gibi davranamıyoruz..biliyorum ki hepimiz dikkatimizi şimdi ne olup bittiğini anlamaya vermiş durumdayız. Biliyorsunuz sizinle her zaman eş zamanlı olarak tecrübelerimi paylaşmaktayım.
Dışımızda ve içimizde var olanları kabul edebilmek ve onlarla ŞİMDİ de başedebilmek üzerine uygulamalar içeren, Eckhart Tolle’un ŞİMDİNİN GÜCÜ uygulama kitabından ve özellikle hastalık ve acılarla başedebilmek konusundan söz edeceğim size.
Gergin misiniz? Geçmiş dikkatinizin büyük bölümünü alıyor mu?
Sık sık geçmişle ilgili olumlu, olumsuz düşünce veya konuşma içinde misiniz? Başardıklarınız, deneyimleriniz, size yapılan yada yapılmayanlar, kurban olma öykünüz veya sizin başkalarına yapmış olduklarınız... Düşünceleriniz suçluluk duygusu, kibir, içerleme, öfke, pişmanlık ya da kendine-acıma yaratıyor mu?Endişeli misiniz? Sık sık…eğer olursa, ne olur diye düşünüyor musunuz?
Eğer bütün bu soruların cevabı evet ise…böyle bir durumla başetme ihtimaliniz yoktur.
Şaşırdınız değil mi? Her zaman söylediğimden farklı bir şey söylüyorum.
Evet bu duygularla başetme şansınız yok,  çünkü onlar aslında  mevcut değil....egonun bizim için hazırladığı tuzaklar.. Geçmişle ilgili yargılarımızın, geleceğe yansıtılması ile korku yaratan zihinle özdeşleşme hali..
RUHSAL AYDINLANMA: DÜŞÜNCENİN ÜZERİNE YÜKSELMEK
Hepimiz büyürken kendimizle, kim olduğumuzla ilgili, kişisel ve kültürel ortamlarımıza da bağlı olarak bir zihinsel imaj –EGO oluştururuz. Ego, sürekli tekrarlanan düşüncelerin ve benlik duygusu eklenerek şartlanmış zihinsel – duygusal kalıpların bir yığını aslında.
Ego şimdi ile ilgilenmez; ya da yaşanan anı gelecekteki hedefe götüren bir araca indirger.
Egonun tüm hareketlerinin altında yatan temel duygu, psikolojik korkudur. Huzursuzluk, endişe, sinirlilik, gerlim, korku, fobi vs. şeklinde kendini gösterir.  Somut ve gerçek bir ani tehlikeyle ilişkisi yoktur. Olabilecek bir şeyden, düşünceden kaynaklanır. Ego kendini sürekli tehdit altında hissetmektedir.
HASTALIĞI AYDINLANMAYA DÖNÜŞTÜRMEK
Teslimiyet olanı, hiçbir çekince olmadan içsel olarak kabullenmektir. Ego ise gücünüzün direncinizde yattığına inanır. Teslimiyette ise çok sade, çok gerçek hale gelirsiniz.
Hasta olduğunuzda bir biçimde başarısızlığa uğradığınızı düşünmeyin, suçluluk duymayın. Yaşamı size adaletsiz davranmakla suçlamayın ama kendinize de suçlamayın. Tüm bunlar direnmektir.
Eğer büyük bir hastalığa yakalanmışsanız onu aydınlanmak için kullanın. Yaşamınızda vuku bulan her “kötü” şeyi aydınlanmak için kullanın.
Hastalıktan zamanı geri çekin. Ona bir geçmiş ya da gelecek vermeyin. Onun sizi yoğun bir şimdiki an farkındalığına girmeye zorlamasına izin verin ve sonra neler olacağını görün. Bir simyacı haline gelin. Adi metali altına, ıstırabı bilince, hastalığı aydınlanmaya dönüştürün.
Siz ağır hasta mısınız ve söylediğim şey sizi öfkelendiriyor mu? Eğer öyleyse bu, hastalığın benlik duygunuzun bir parçası haline geldiğinin göstergesidir. “Hastalık” denen durumun sizin gerçek kimliğinizle hiçbir ilgisi yoktur.
Bu durumda mutlu olacağınızı söylemiyorum. Mutlu olmazsınız ama korku, acı, çok derin bir yerden gelen bir iç huzuru, dinginliğe dönüşmüş olacaktır. O Tanrının tüm anlayışı aşan huzurudur.
Şimdiyi kabullenmek zor olduğunda; Olanın olmamış kılınamayacağını, onun zaten olduğunu bilerek olana evet der, ya da olmayanı kabul edersiniz. Yapılması gereken neyse, durum neyi gerektiriyorsa yaparsınız.
Eğer dışarıda olanı kabul edemiyorsanız; o zaman içinizde olanı kabullenin. Acıya direnmeyin, orada olmasına izin verin. Üzüntüye, umutsuzluğa, korkuya, yalnızlığa ya da bu ıstırap hangi şekli alıyorsa ona teslim olun. Onu kucaklayın.  Teslimiyetin, derin ıstırabı derin huzura dönüştürdüğünü görün.
Acınız derin olduğunda büyük olasılıkla ona teslim olmak yerine ondan kaçmak için güçlü bir dürtü duyacaksınız. Hissettiğiniz şeyi hissetmek istemeyeceksiniz. Çalışma, içki içme, öfkelenme, projeksiyon yapma, bastırma gibi bir çok uydurma kaçış yolu vardır ama onlar sizi acıdan kurtaramaz.
Hiçbir çıkış yolu olmadığında, yine de onun içinden bir geçiş yolu vardır.
O yüzden acıya sırt çevirmeyin, onunla yüzleşin. Onu bütünüyle hissedin, onun hakkında düşünmeyin! Zihninizde onunla ilgili metin yaratmayın. Tüm dikkatinizi bu hisse verin; ona neden olmuş görünen kişiye, olaya ya da duruma değil.
Zihnin acıyı size bir kurban kimliği yaratmak için kullanmasına izin vermeyin. Kendiniz için üzülmeniz ve başkalarına öykünüzü anlatmanız sizi ıstıraba saplanmış halde tutacaktır.
Histen kaçmak olanaksız olduğundan tek değişim olanağı onun içine girmektir. Öyleyse tüm dikkatinizi hissettiğiniz şeye verin.  Üzüntüyü, korkuyu, dehşeti, yalnızlığı..o her neyse hissetmeyi sürdürün.
Tam dikkat tam kabullenmedir ve bu teslim olmaktır. ŞİMDİNİN GÜCÜ sizin anda mevcudiyetinizin gücüdür. Bu zamanı uzaklaştırır. Zaman olmadan hiçbir olumsuzluk varlığını sürdüremez.
Birden içinizde büyük bir sessizlik ve çok derin bir huzur duygusu ortaya çıkar; huzurun içinde büyük bir sevinç vardır. O sevincin içinde sevgi vardır. En içteki çekirdekte kutsal, sınırsız, sonsuz, isimlendirilemez OLAN vardır.
Sağlıkla, sevgiyle, mutlulukla ve ŞİMDİ de kalın.
Dr. Deniz ÖNER
NOT:

Dikkatinizi şimdide tutabilmek için yapabileceğiniz 10-15 dakikalık basit bir egzersiz. Bir sandalyede dik oturun, gözlerinizi kapayın ve gevşeyin. Birkaç derin nefes alın, karnınızın nefes alırken şiştiğini verirken büzüldüğünü fark edin. Sonra ayaklar, eller ve sonra tüm vücudunuzdaki içsel enerjiyi hissedin. Düşünmeyin sadece bedeninizdeki iç sessizlik ve huzuru hissedin.