Dünya çocuk günü ve Cumhuriyetimizin temel
değerlerinin nasıl yıkıldığına şahit olduğumuz bu günlerde düşüncelerimizi
sorgulamak üzerine tekrar yazmak istedim.
Dünyada, ülkemde son bulmasını istediğim
şeylerle zihnimi sürekli olarak meşgul ettiğimde acı duymamak imkânsız. Ancak dünyayı bizim düşüncelerimize göre
olması gereken duruma uydurmaya çalışmak ümitsiz bir çabadır der Byron Katie,
Olanı Sevmek adlı kitabında.
“Kadınlara, çocuklara şiddet uygulanmamalı”, “Çocuklar hastalanmamalı, insanlar ölmemeli”,
“Kocam(karım) benimle aynı fikirde olmalı” , “Daha zayıf olmalıyım (veya daha güzel,
daha başarılı)”, “Oğlum (kızım)
derslerine daha çok çalışmalı”, “Sevgilim bana dikkatini vermeli”, “Yağmur yağmamalı”…kulağa
ne kadar sevecen, duyarlı ve iyi gibi gelse de..Bu gibi düşünceler gerçeğin olduğundan daha farklı olmasını isteme
yollarıdır.
Yaşadığımız
stresin tümü gerçek olanla tartışmaktan kaynaklanır.
Mücadele etmek gerektiği ve mücadele edilmezse
güçsüz duruma düşüleceğine inanırız. Oysa olması
gerekiyordu çünkü oldu ve yeryüzündeki hiçbir düşünce bunu değiştiremez. Bu
durum olanı onaylamanız anlamına gelmez.
Sadece olanı direnmeden ve içsel mücadelenin yarattığı zihinsel kargaşa olmadan
görebileceğiniz anlamına gelir.
Kimse çocuğunun hasta olmasını istemez. Kimse bir trafik kazası geçirmeyi istemez
ancak bunlar yaşandığında zihnimizde olanlarla kavga etmenin kime faydası
olabilir?
Herkes için neyin en iyi olduğunu bildiğimi
zannetmek, sevgi adına da olsa saf küstahlık. Sonuçta hissettiğimiz duygu gerginlik, endişe ve korku ve yalnızlık.
Gerçek, doğru olandır.
Doğru olan önünüzde var olandır, gerçekten ne oluyorsa
odur. Beğenseniz de beğenmeseniz de, şimdi yağmur yağıyor. “Yağmur yağmamalı”
sadece bir düşüncedir. Gerçekte “olmalı ya da olmamalı” diye bir şey yoktur.
Bunlar sadece gerçeğin üzerine zorladığımız düşüncelerdir.
Gerçeğin söz konusu olduğu yerde “Öyle
olmalı” diye bir şey yoktur. Sadece “Olan” olduğu gibi ve şu anda vardır.
Gerçek her hikâyeden önce gelir. Ve her hikâye,
incelenmeden once, bizim gerçeğin ne olduğunu görmemizi engeller.
Dünya çocuk günü dolayısıyla paylaşılan
yazılardan özellikle bir tanesi, “Hayat sana bir tekme atacaksa ileriye doğru
atsın” örneği birini aklıma getirdi. Lojistik, İnsan kaynakları konularıyla
Ülkemizi ilk tanıştıran kişilerden, bir hayırsever Mehmet Süha Uçar ‘dan söz
etmek istiyorum.
Ciddi yoksulluk ve ailevi sıkıntılar
içerinde kaybolan bir çocukluk ve gençlik hikayesi ile başlayan yaşam serüveninde; azmi, çalışkanlığı ile elde ettiği serveti okul yaptırarak, eğitim bursları gibi bir çok
hayır işleri ile topluma karşı
sorumluluklarını yerine getirdiğini düşünerek manevi olarak haz duyan biri..
El
bebek gül bebek bir çocukluk yaşamış olsaydı bugünkü başarılarına ulaşabilir
miydi? Bunu bilme şansımız yok. İnsanlık
tarihinde buna benzer bir çok başarı hikâyesi var mutlaka…
Sonuç olarak; İçinde yaşarken ya da
dışarıdan ne kadar kötü gözükürse gözüksün, yaşanan her deneyimin kişinin
gelişimi için gerekli olduğunu;
Onun için “olan her şeyin tam da olduğu
gibi olması gerektiğini” , savaştığımız her şeyin daha da güçlendiğini;
direndiğimiz her şeyin daha da direndiğini akıldan çıkarmadan olanı kabul etme
ve hatta sevmenin en huzur veren seçim olduğunu söyleyebiliriz.
Her zaman birlikte öğrenmek, hatırlamak ve
uygulamak üzere..
Dr. Deniz ÖNER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder