Sevgili Feride Petilon'un birbirinden güzel, rengarenk tabloları ile süslediğimiz çok içten ve keyifli bir röportaj oldu bu. Hem Feride ablamıza hem de onu bizimle buluşturan sevgili Stella'ya çok teşekkür ediyoruz.
Sevgili Feride Petilon, sizi okurlarımıza tanıtmak
istiyoruz. Hayatınız bir biyografi olsaydı önsözünde ne yazardı?
1957
İstanbul doğumluyum. Serüvenim ana rahminden başlıyor.Annem hamileliği
sırasında bir çocuk hastalığı olan kızamıkçık geçiriyor. Bu olay bebekler için
çok tehlikeli engelli doğma tehlikesi büyük. İşte bu yüzden babam her gittiği
yerde dua edermiş mavi gözlü bir kızım olsun diye. Ben doğduktan sonra annem
her sabah kalkar iştir işitmediğim, görüp görmediğimi kontrol eder hatta
bacaklarımı ve kollarımı ölçermiş. İşte bu yüzden ailede doğuştan şımarık
lakabını almışım.
Ancak
hayatın bana hazırladığı sürprizlerden habersiz olan bizler şımarmaya fırsatı
olmayacak bir yaşam süreceğimi bilemezdik. İyi hatta "inek" denecek
kadar çalışkan bir öğrenci idim. Ne yazık ki 80 yıllarının dalgalı üniversite
kapılarına denk gelince öğrenim hayatıma ara vermek zorunda kaldım. Ancak
kendimi geliştirmeyi hep sürdürdüm, bilginin açtığı yoldan ilerlemeyi kendime
prensip edindim.1978 yılında evlendim 1979 yılında ise ilk kızım dünyaya geldi.
Gençtim ve tecrübesizdim. Bu yüzden büyük kızım ile hiçbir zaman anne kız
olamadık hep abla kardeş ilişkimiz oldu. Ortak kıyafetler giydik kavga ettik
dertleştik. 1984 yılında ikizlerim doğdu. 28 yaşında üç çocuk annesisiydim. Bir
çok sosyal etkinlikte yer aldım. Bir üniversite profesörünün tezi yazmasına
yardım ettim. El sanatları sergileri açtım ve kendi atölyemde kurslar açtım.
Böylece içimde ukte kalan öğretmenlik kariyerimi de yaşadım. Kısaca pek de
olağan olmayan biraz sıradışı bir kadınım.
Neden sıradışı?
Bu
hastalıkla 32 yaşında iken tanıştım. Meme ca. İşte benim yakamı yıllarca
bırakmayacak olan yepyeni bir sıfatım vardı artık. Ca hastası
Neden özelim?
Özelim
çünkü kanserden nefret etmeme rağmen onunla yaşamayı öğrendim. Nefretimi
gizlemedim, ondan intikam almak için savaştım, hayatımı mahvetmesine izin
vermedim.o sadece hayatımın yönünü değiştirdi. Bana yepyeni yollar gösterdi ve
daima sıradışı olmamın sebebi oldu.
Bu hastalığı 1
değil 2- 3 kez kovdunuz ve ruh saglığınızı korudunuz. Nedir bunun anahtarı?
Zorluk ve umutsuzluk anlarında sizi karaya cıkaran ne oldu?
Öncelikle
şunu söylemek istiyorum ne kanser olurken size soruyorlar ne ameliyat olurken
ne de tedavi görürken size sorulan bir şey yok. Siz bu filmin oyuncusu gibisiniz.
Öncelikle doktorlarıma çok güvendim. Hep söylediğim bir laf vardır "hiç
boşanmadım avukat dostum yok çok hastalandım çok doktor dostum var. Onları hep
arkadaşlarım ve dostlarım olarak gördüm. Dertlerimi paylaşabileceğim kişiler
onlar. Asla doktor doktor dolaşmadım birine güvendim ve tam 24 senedir aynı
ekibin arkasındayım. Daha doğrusu onlar benim arkamda.
Aileme
gelince öncelikle ilk hastalığımı öğrendikleri zaman (ben narkoz altında idim)
eşim ağlamaya başlamış. Yaşım 33. Annem eşime dönerek "burada ağlaması
gereken tek insan benim.Sana karı çok ama benim tek kızım" diyor. Ertesi
gün kuaföre giriş bana güzel bir gecelik ve bir yatak örtüsü getirdi. "Çok
misafir olacak "diyor. Onun için fakir edebiyatı yapma zamanı değil. Eve
geliyoruz büyük kızım yatak odasının kapısı kapamış oturma odasında bir kuaför
ve manikürist bekliyor.Salonda sehpada cookies ve bir çay kutusu içinde çeşit
çeşit çaylar (dikkatinizi çekerim o zaman meyvalı çaylar ithal). Ev sanki bir
kabul günü gibi. Canım acıyor ama ne çare rol bu. Eşime gelince onun için
kanser bir tabu. Konuşulmaz, hakkında film izlenmez, hatta haberlerde kanserle
ile ilgili bir konuşma var ise kanal değiştirilir. Bence inkar çözüm değil.
Belki de hayata geliş nedenim kanser ile ilgili ne malum. Eşim ile en büyük
sorunum bu.O kanseri koz yapma der, ben ise hayatımın gerçeği bu ne unutabilim
ne de başka türlü düşünebilirim. Hayat uçan gidenler ile değil elde kalanlar
ile yaşanır.
Hayat keman telleri
gibi kalanlarla devam etmeli diyorsunuz. Bu konuda İsak Perlman ile ilgili çok
güzel bir hikayeden bahsettiniz anlatırmısınız?
İsak
Perlman çocukluğunda felç geçirmiş bir keman virtüozudur. Bir konserinde
sahneye zar zor çıkar ve çalmaya hazırlanır o sırada kemanının bir telinin
koptuğunu görür. Tellerini tekrar takması
geri dönüp keman değiştirmesi zaman alacak heyecanını ve enerjisini
çalacaktır. Karar verir konseri üç telli bir kemana göre anında aranje ederek
tamamlar. Büyük bir başarıdır konser ayakta alkışlanır.İşte hayat da aynı
kemanın telleri gibi elde kalanlar ile devam ettirilir. Bana tek memeli hayatı
tarif ettiremezsiniz. Çünkü bunu anlamaya ne kelimeler yeter ne de hisler.
Hayat fırtınalı bir deniz sizde büyük bir gemide kaptan ya gemiyi batıracaksınız
ya da mürettebatı ile kurtacaksınız. Öncelikle şunu söylemek isterim memeniz alınacağı zaman size soran var mı?
Tercih hakkınız var mı? Hayatınız bir memeden daha mı değerli? Rahmi alınan
kadınlar neden bu soru yağmuruna tutulmuyorlar halbuki rahim işlevsel bir organ
meme ise görsel. O halde estetiğe bu kadar bağımlı mıyız? Cinsel yaşam bile
sizce beyin ile yapılan bir şey değil mi? Gündüz düşünülen şeyler gece olup da
aynanın karşısına geçince bu kadar sakin olunulabiliyor mu? Elbette hayır. Zaman
geçince acısı da azalıyor mu? Bunun da cevabı hayır ama eğer yüzünüz gülmüyor
ise çevrenizi tümü ile kaybetme tehlikesi ile karşı karşıyasınız. Çünkü bu
dünyada sizden çok ama çok daha kötü durumda olan binlerce insan var.
Survivor olmak ne demek sizce?
Survivor
olmak hayata tutunmak, kazananlar klübünde olmak demek. Bunun güzel yanları
çoğunlukta olsa da zor tarafları da var. Evrenin ulu mimarı eğer size birşeyler
bahşetmiş ise siz de bunun karşılığını başkalarına yardımcı olarak en önemlisi
şükrederek vermek durumundasınız. Bu benim meselem değil diyemezsiniz. Eşimle
aramda bu konuda problem var. Kendisi kanseri tabu yaparak beni koruduğunu
sanıyor. Ben ise survivor olduğumu düşünerek üstüme düşen vazifeleri yapmak
istiyorum.
Sanat bu dönemde
size nasıl yardımcı oldu?
33
yaşında 3 çocuk annesi bir kadın olarak hayatımı sürdürürken kanserle
karşılaştım. Bana tüm psikologların takviyesi yoğun bir hobi edinmemdi. 3
çocuklu bir anne en güzel ne yapar? Kek börek çörek. ancak bunun miktarını o
kadar abartıyordum ki yaptığım bisküvileri mahalledeki çocuklara dağıttığım
gibi reçeli de ihtiyarlar yurduna yolluyordum. Daha sonraları konuştuğum bir
psikiyatr bana "bu senin Tanrı'ya teşekkür şeklin bir kimsenin çok parası
varsa parasını bağışlayabili. Eğer ayakta ise iş gücü ile birşeyler bağışlar"
demişti. Sonraları tüm bu faaliyetlerin negatif elektriğimin gitmesine sebep
olduğunu gördüm. Ellerimi kullandıkça tüm sıkıntılarım ellerimde gidiyordu
sanki. O günlerde kurdeleler ile tanıştım. Özellikle renkler beni çok etkiliyordu
bir yeşilin tonunu bulmak için belki saatlerimi veriyordum. Müthiş bir terapi… Daha sonra bunun eğitimini
vermeye başladım ve bir atölyem oldu. Sanki bir rüya hem üretmek hem de
satabilmek hem de öğretebilmek. Her öğrencimden farklı farklı şeyler
öğreniyordum aslında hayat dersi olarak ve her defasında kendimi törpülüyordum.
Sabrım zevkim materyal kullanmadaki maharetim hepsi artıyordu. Kanserimi nasıl
3 kere ürettim ise tablolarımı da üretiyordum durmaksızın.
Şimdi
artık geriye baktığım zaman hayatımın kimi zaman kanser uğruna harcandığını
düşünsem de bu fikrimden beni daha ileri getiren hatıralar canlanıyor gözümde.
Kendi büyüttüğüm çocuklarım, doğumunu gördüğüm torunum benimle her an dalga
geçen damatlarım, ağır molla desinler diye hep dik durmamı sağlayan eşim (onun
yüzünden kontrollerime bile yanlız giderim, çünkü oralarda hep ağlarım ve ona göre ağlamamak gerekir mümkün mü
sevgili eşim mümkün mü?) Şimdilik yeni olduğu için mesafesini koruyan gelinim
eminim ki pek yakında o da benden birşeyler talep etmeye başlıyacaktır. Bir
profesörün tezine yardımcı olmam, birkaç hayat hikayesi yazmış olmam ve en
önemlisi 8 sergi... Kendimi Van Gogh sandığım 8 mükemmel hafta.
Bununla
ilgi iki küçük anekdot: ilk sergimden sonra büyük kızım yanıma gelerek "anne
bak sakın ha kendini bir şey sanma tablolarını seni sevenler sana jest olsun diye
aldılar" dedi. Üçüncü sergimde son gün eve giderken tüm tablolarından
ayrılmanın ne zor olduğunu benim ile birlikte yaşadı. "Ve evet anne sen
bir tarz yarattın seni tebrik ederim" dedi. Aslında hayat fırsatlar dünyasıdır.
Ağır depresyondaki bir kadın bir gün taze ekmek kokusu ile yerinden kalkar ve
ekmeğin hamuru ile oynamaya başlar. Hamuru yoğurur ve oracıkta ufacık bir
heykelcik yapar doktorlar işte o zaman o kadına şimdiye kadar sanat terapisi
uygulanmadını hiç fırsat verilmediğini anlarlar. Aynı kadın şimdi Fransa'nın
ünlü heykeltıraşlarından biridir.
Kanser
de bana bir fırsat verdi sanatçı mı oldum filozof mu bilmem ama yaşıyorum işte daha
da yapılacak onca işim var...
Feride
Petilon
1 yorum:
İlgiyle,, hayranlıkla ve büyük bir keyifle okudum. "Survivor" olduğu için de ayrıca gurur duydum. ..
Yorum Gönder